HARMAN  yerine  çıkarak  Koyunculu  Köyü’ne  doğru  giden  toprak  yola  koyuldu  ve  yolda  bulduğu  taşları  toplayarak, “yoldan  geçen  arabaların  tekerine  zarar  vermesin” diye söylene, söylene  ve  arada  bir de  avazının  çıktığı  kadar bağırarak; 
-Özgürlük  müymüş  neymiş...  diye söyleniyor  ve sık, sık  elini  kulağına   koyup  naralarını  patlatıyordu. 
Bu arada da Kamışlı bölgesindeki tarla ve meralarında davarları güden Çoban   Mahmut’u uzaktan gördü ve nefesinin  yettiği kadar;
-Mahmut Emmi!!!... Mahmut Emmi!!!... diye bağırarak, sözde özgürlüğün tadını çıkartıyordu. Bir an durakladı hesap etmediği bir şey vardı; o da,  Çoban Mahmut’un kangal  koyun köpekleri idi. Peş peşe düşmüşler  ve  tozu  dumana katarak Sarı'ya doğru büyük bir hızla  yaklaşıyorlardı. Sarı, zıpkın yemiş gibi korkarak panikledi ve hızla yaklaşmakta olan Köpeklere bakarak; 
-Bu  Köpeklerden  kurtuluş  yok, dedi.
Askerde,  Jandarma olarak Köylerde devriye görevinde gezerken Köpeklerle karşılaştıkları o anı hatırlayıp, olduğu yere hemen çömeldi. 
Kangal  Köpekleri,  ayaklarında ABS fireni varmış gibi, arkalarından  getirdikleri  toz  bulutlarıyla  Sarı'ya üç dört metre kala çivilenip  kaldılar. Sarı,  titrek  sesi ve  nefesiyle  bir  oh…  çekerek;
-Çok  şükür  işe  yaradı,  diye  mırıldandı.
Çoban  Mahmut,  Sarı’nın  yardımına  koşarak geldi  ve bu arada da kahkahalar  atarak  gülüyordu.
-Ne oldu Sarı?...  Jandarmaların  eline  geçmiş  kaçak mahkum  gibi,  diz  üstü  çökmüş  titriyorsun, dedi ve sorularına yeni sorularını  ekledi:
-Neden  deli  gibi  yırtınıp  bağırıyordun?...
Sarı:
-Sorma  Mahmut  Emmi... diyerek, titreyen  ayaklarının üzerine  kalktı.  
Muhtarla  bugün  muhakkak  görüşmesi gerektiğini  anlatmaya  çalıştı  ve  çobanla  havadan  sudan gelişigüzel  konuşarak  bir  taraftan  da  korkudan  titreyen vücudunun  rolantisini  ayarlamaya  çalışıyordu. 
Çobandan müsaade  isteyerek,   tozlu  yolların  tozuna  aldırmadan  Köye geri  dönmek  için  dikenli  yolda  yürümeye  koyuldu.
Çoban  Mahmut:
-Sarı... diyerek  seslendi.
Sarı,  telaşlı  bir  şekilde  geriye  dönerek;
-Ne  oldu  emmi?  dedi.
Çoban:
-Çerkez  Yusuf’’un  koyunu  kuzuladı,  bana  yük  oluyor, sana  zahmet  anasıyla  birlikte  şu  kuzuyu Köye götür de Yusuf Emmine  ver,  dedi. 
-Ha...  müjde  olarakta,  ne  kadar  yumurta  verirlerse  al,  pişirip  yiyin,  dedi. 
Kuzuyu Sarı’nın kucağına vererek, kuzunun anası Karabaş koyunu da peşlerine takarak, onları tekrar  tozlu yollardan  Köye  yolladı.

                  *** 
Soğuk  olur  kamışlının  suları.  
Nazlı  akar  kör  kuyunun  pınarı. 
Çiçek  açar  kuruca  özün  yolları. 
Yazları  güzeldi  benim  köyümde.
             ***

Sarı, Karabaş koyunun kuzusunu boynundan aşağıya doğru hafif, hafif eliyle okşayarak seviyor ve kısık sesiyle de;
-Kuzucuk... Dünyamıza hoş  geldin.  Umarım  Dünyamızı seversin;  ben  Seviyorum,  yıldızları,  ayı  ve güneşi,  ağaçları, çiçekleri ... Hepsi çok güzel... Kuzucuk,  sen de  güzelsin. Safsın, masumsun...  Kuzucuk  biliyor  musun,  İnsanlık  çıldırdı;  “büyük balık  küçük  balığı  yutar”  diyerek.
-Dünyanın çoğu yerinde savaş-kan- acı ve ızdırap var ve kötü kokular geliyor burnuma. Söyle  be  karagözlü,  sen de  bu   kötü  kokuları hissediyor musun? Diyerek.  Sarı, kuzucuğuyla konuşmalarını derinleştirdi.
Arada  bir de  benekli  tüylerini  okşayıp,   kara  gözlerine bakarak,  söylemek  istediklerini sıralayıp,  kuzucuğuna  anlatıyordu.  Bir  taraftan  da  Kangal köpeklerini   hatırlayarak;
-Allah  iyiliğini  versin  Adil  Abi,  bir özgürlük  lafı  çıkardın, az  kalsın  Kangal  köpeklerine  yem  olacaktık,  diyerek  ve  hafif  tebessüm  ederek   dalgın  bir şekilde.
Çerkez Yusuf’un evinin çatal kapısını aralayarak içeriye girdi. 
Evin avlusunda Çerkez Yusuf’la karşılaştı:
-Selamünaleyküm Yusuf Emmi, diyerek, kucağındaki kuzucuğu öpüp yere koydu ve salıverdi onu.
Çerkez Yusuf,  elindeki balta ile odun kırıyordu. Elindeki baltayı son bir kez önündeki  oduna vurarak ve kafasını da geriye doğru çevirip ellerini beline koyarak;
-Aleykümselam Sarı, sen miydin gelen? dedi.
Sarı :
-Yusuf  Emmi...  Müjdemi  isterim!  Senin  Karabaş  koyun kuzulamış, diyerek anasının  etrafında oradan oraya zıplayan kuzucukla anasını gösterdi ve ekledi:
-Müjde olarak  da  ne  kadar  yumurta  verirsen  razıyım,  dedi.
Yusuf  Emmisi  de  kaşlarını  hafif  çatarak;
-Ne  yumurtasıymış?!... dedi ve  Sarı’yı  soğuk!...  davranışlarla uğurladı.
Sarı  pek de  nazik  olmayan  bu  uğurlanıştan  memnun olmayarak  araladığı  çatal  kapıdan  geçti ve  dışarıya  çıktı.
Dar  sokaklardan  dalgın, dalgın  giderken,  Çerkez Yusuf’un  Hanımı  kollarına  taktığı  helkelerle  ağ  pınardan su  getiriyordu;  ona  rastladı.
Çerkez’in  Hanımı,  Sarı’yı  dalgın,  dalgın  giderken görünce,  su  dolu  helkeleri  yavaşça  yere  koydu  ve elleriyle belini  sağa  sola  çevirerek  yorgun bir sesle;
-Sarı’m...  Bu  yohuşlar  beni  öldürecek...  diye  yokuşları şikayette  bulunuyordu.
Sarı:
-Hanife  Eme,  sen  ölme...  Senin  nefesine!...  bu  Köyün ihtiyacı  var,  dedi  ve  ekledi:
-Senin bu herifin ne eli sıkı adam... Sizin  koyun kuzulamış. Taa Kamışlı’dan  kuzusuyla birlikte  kucağımda  getirdim,  müjde  olarak ta  yumurta istedim,  diye  beni  kale  bile  almadı,  dedi  ve  çatık  kaşlarını düzeltti.
Hanife  Eme’si  Sarı’ya:
-Sen  onun  gusuruna  bahma  Sarı’m...  Seni  Yaratan’a gurban  olurum,  ben  bi  ara  uğrar  yumurtaları  getiririm. dedi.   
Su dolu helkeleri tekrar eline alarak derin, derin aldığı nefesine daha da çok nefes ekleyerek evine doğru süzülüp  gözlerden  kayboldu.
Selam ve dualarımla.