"70'li yıllar köyden kente göçün hızlandığı ve şehirlerde varoşların oluştuğu yıllardır" klişesi etrafında dönüp duran edebiyatın bir neticesi olarak ortaya çıkan  "köy özlemi" sunidir, masaldan ibarettir. Sosyolojik açıdan sol görüşlerin beslendiği bu hareket alanı, 2000'lere gelindiğinde sağ görüşe teslim olmuş ve 18 yıldır süren bu sağ iktidarı, meyvesi olarak tarihin sayfalarına sürmüştür.
Konuyu açarsak eğer, Türk entelijansı işçi sınıfı bulamadığı için köylü sınıfından işçi yaratma gayretine girmişti. Bir problem olarak köylülük, arkasına Atatürk'ün bir vecizesini alarak şehre sürülmüş, fabrika ırgatlığı terimi bünyesinde istihdam edilmek istenmiştir. Dramatize edilmesinde sakınca olmayan şartlarda şehir varoşlarında ikamet ederler, tıklım tıklım otobüslerde ellerinde sefer tası ile yolculuk ederlerdi. 
Köyde öpülmeye kıyılmayan parmaklar iplik yumakları arasında nasır tutarken, dilinde bir türkü akşam düdüğünü beklerlerdi köylü dilberleri. Yirmi yıldan fazla süre onları bu şartlardan çekip alacak bir prense, bir karaoğlana umut bağlamışlardı. 
Oysa onların umudu olan partiler onların yoksulluğundan beslenmekteydi. Onların sosyal statüsünü sömürmek üzere kurulu Türk işi sosyalizm sanatın ve edebiyatın her alanında onlara yer veriyor ama bir gazetenin ikinci sayfasındaki sosyete bölümüne bir resim olarak da geçmelerine müsaade etmiyordu. 
İşte böyle bir dönemde tek ekranlı televizyonda bir kalem icraatın içinden girerken onların da kalplerine hücum ediyordu. 'Fırsat' diyordu, 'işini bilirsin' diyordu, daha daha neler diyordu. 
Bir kere rüzgarı alan uçurtma yükseldikçe yükselir. Kalemi tutan el  daha yükseğe çıkmak için onu kaldıran ellere neler vermedi ki. Fabrika kızları artık sekreterdi, vardiya şefleri şirket kurmuş, kooperatifler işletmekteydi. Sefertaslarını fırlatıp atmış bir gündelikçi McDonalds sırasında beklerken kahvesini yudumluyordu.
Hızla değişen sosyolojik yapısıyla kondular apartmana evriliyordu. Her evin önünde bir araba, çocuğa bisiklet ve sokaklarda oyun parkları. 
Yılmaz Güney 1971 tarihli 'Baba' filminde çocuğuna flüt almak için bir cinayeti üstlenir. Köyden göçmüş ve bir yalıda karın tokluğuna çalışan bir 'baba' dır. Sosyalizmin türküsünü çağırıp filmini çektiği ezilenlerin hakları sağcı iktidarlar vasıtasıyla halka sunulmuştur artık. Kıyıda köşede eski bir fotograftır 'devrim', yamalı bir parkadır 'deniz' ve artık eski tüfektir Cem Karaca. 
Haftaya kısmetse 2000'lerden ele alalım konuyu. Bu yazının amacı siyasi düşünceleri yarıştırmak değildir. Bu yazı siyasi kutuplar arasında savrulurken bir çok şeyini yitirmiş bir milletin hatıratıdır.