ARAPÇADA IX. yüzyıldan beri bir tasavvuf terimi olarak kullanılan Abdal kelimesi, “derviş” ve “şahit” manalarına gelen bedil kelimesinden gelmektedir. Arapça Bedil’in çoğulu Abdal veya ebdâldır. Önceleri Farsça ve Türkçede dünya ile ilgisini kesip, Tanrı’ya bağlanmış olan, derviş anlamında kullanılırken, daha sonraları Kalenderiye zümresine mensup “serseri derviş” manasında kullanılmıştır. Arapça, Farsça ve Türkçede dinî bir zümreyi ifade eden bu kelime, Türkiye, İran, Afganistan ve Doğu Türkistan’da göçebe olarak yaşayan ve asılları Türk olan etnik zümreleri de ifade eder. Abdal topluluklarına Anadolu’nun dışında da çeşitli sahalarda rastlanmaktadır. En somut örnek; Azerbaycan’da Abdal isimli bir köyün varlığı ve bu köyün âşıklar yetiştirmek suretiyle ün kazandığı bilinen bir gerçektir.

 Abdallar, kendilerini, haklı ve doğru olarak, Türk ırkından ve İslâm olduklarını ifade ederler.  Abdallar Türk kültüründe önemli bir yere sahiptir. 

Genellikle halk ozanı ve müzisyen olan bu topluluk ülkemizde tanınmış birçok sanatçılar yetiştirmiştir. Halkımızın bir kısmı tarafından hakir görülen bu vatandaşlarımız en az tanıdığımız, hayatlarına samimi bir şekilde dokunmadığımız insanlarımızdır.

Abdallarla ilgili birçok söz türetilmiş, öteleyip kötülemişiz. Bunlardan bir kaçını dillendirmek gerekir ise; “Ne düşünüp duruyorsun eşeği ölmüş abdal gibi!'' Abdalın çaresizliğine bile gülmüşüz.

Abdalın karnı doyunca gözü yolda olur!'' O Abdalın bir aile reisi, geçindirmekle yükümlü yuva sahibi olduğunu akıl bile edememişiz.

Abdal düğün çalmaktan, çocuk oyun oynamaktan usanmaz! Bu sanatkarların asıl işinin mesleğini hakkıyla icra etmek olduğunu, bizleri eğlendirerek omuz emeğiyle, kuru bir ağacı hoş nidalarla nefesleri eşliğinde dile getirdiğine bakmamış, evinde hastası veya cenazesi olsa da verdiği sözden caymadıklarını umursamamışız.

Geçen hafta Seyfi ÇELİKKAYA ağabeyimizle birlikte Yerköy’e gittik, bu kardeşlerimizle görüşerek dertlerini dinledik. İleri gazetesi tarafından da manşetten yayınlandı. Abdalların sorunlarını anlatan Veli METİN Bey şöyle diyordu; “Biz Türk’üz!, Elhamdülillah Müslümanız. Vatanımız milletimiz için üzerimize ne vazife düşüyorsa gözümüzü budaktan esirgemiyor, evlatlarımız şanla şerefle askerliğini yapıyor, her Türk vatandaşı gibi kanun ve nizamlara uymakla yükümlüyüz. Geçen Ramazan aynında bizlere dediler ki, 'virüs var, halktan para toplanmayacak, Ramazan davulu çalanların parasını Kaymakamlık ve Belediye karşılayacak!' Mecburen verilen emre uyduk. Gelgelelim bir aylık emeğimizin karşılığı beş yüz Lira para verildi. Düğünler yasaklandı. O gün bu gündür evimize ekmek getiremez olduk, konu komşunun yardımlarıyla ayakta duruyoruz.'' 

Ne acı bir durum…

Hâlbuki bu insanlar çekirdekten yetişme nice değerler çıkarmış, Pir Sultan Abdal, Hacı TAŞAN, Muharrem ERTAŞ, Neşet ERTAŞ, Hüseyin ÖKSÜZ gibi değerli sanatçılar bu ocakta yetişmiş, çalgılarıyla, türküleriyle Türk kültüründe mihenk taşı olmuş, ölümsüz eserleriyle hizmet etmemişler miydi? 

Daha da ötesini söyleyeyim, yetmişli yıllarda siyasi çatışmaların yoğunca yaşandığı günlerde yerinden yurdundan edilen insanların birçoğu, başta büyük şehirler olmak üzere soluğu gurbette almış, bir kısmı da Avrupa devletlerine gitmişti. Avrupa’ya gidenler sanatları sayesinde hayata tutunmuş, konservatuarlarda müzik Hocalığı yapmaktadır. Abdallar, muhtelif zanaatlar yapar; Bir kısmı bilhassa erkekleri davul zurna çalar, köçeklik, elekçilik, sepetçilik yapar. Bir kısım Abdalların sünnetçilik, kasaba ve köylerde dilencilik, gizli olarak da üfürükçülük, halk hekimliği başlıca maişet vasıtalarını teşkil eder. Sahip oldukları zanaatların birçoğu günümüzde işlevini yitirmiştir.

Bugün Yozgat’ta her ırktan, her renkten binlerce mülteci var. Hiç birisi aç açıkta değilken kendi insanımıza karışı bu kadar duyarsız kalmak ne insanlığa ne de İslam’a uymaz. Hiçbir sosyal güvencesi olmayan, bağırıp çağırsa da avazı duyulmayan Neşet ERTAŞ’ın deyimiyle “garip” insanlar, eğreti gecekondularda, yarı aç yarı tok hayata tutunmaya çalışıyorlar. Gençleri Ankara’da çöpleri karıştırarak geri dönüşüm materyalleriyle evlerine ekmek parası gönderme gayretinde. Daha da acısı, Abdal kültürü son günlerini yaşıyor. 

Kısacası, tenlerinin rengi kaderi olmuş Esmer Türklerin.