HER zaman söyledim, bir daha söylemekte sakınca görmüyorum; “bu şehirde yazı yazmak, mezarlıkta Ramazan davulu çalmak gibidir.”  

Yaklaşık iki yıldan beri İleri gazetesinde köşe yazısı kaleme alıyor, Yozgat geçmişine dair bilgilerimi sıralıyor, kimi zaman da şehrimizin sorunlarını gündeme getiriyorum.

Görüyorum ki bizimkisi “uçurumdan aşağı bir gül bırakıp yankısını beklemek gibi!  Taştan ses çıkıyor da taşın düştüğü yerden seda çıkmıyor.'' 

Yıllardan beri Yozgat Saat Kulesinin saatleri çalışmıyor, ispatlı vuruşlara hasret kaldığımızı kimselere duyuramadık.

ALLAH var, geçen baha bir ay kadar çalıştıysa da tekrar sustu. Sebebi nedir bilmiyorum. Bu saati kuracak ayar edecek Yozgat’ta bir kişi bile yok mu?

Diyeceksiniz ki, “her işi hallettik de bir tek saat kulesi mi kaldı?” 

Evet… Eğer ki bahsi geçen şehrimizin sembolüyse buradan başlamak şarttır.

Yozgat’tan İstanbul’a oradan da Fransaya göç eden bir ermeni vatandaşımız geçmiş yıllarda bir gazeteye verdiği röportajında bakın ne diyor?

“Yozgatlı bir Ermeni ailenin oğluyum. 1924 yılında annemler Yozgat’tan İstanbul’a geliyorlar. 1926 yılında ise Fransa’ya geliyorlar. Annemlerin döneminde bir saat kulesi varmış. Öğrendiğime göre bu saat hâlâ çalışıyormuş. Bu saat kulesi annemin bir akrabası tarafından yapılmış. 1889 yılında Ermenistan’daki büyük deprem sırasında Gümrü saat kulesindeki saat depremin olduğu an durmuş. Annemin Yozgat’taki akrabalarının yaptığı saat de sanırım 1915 ’te durdu!!!.
 

Şimdi bu saati hep birlikte yeniden çalıştırmamız gerekiyor. Annem bana kalan bağlardan, evlerden, çeşmelerden söz ederdi. Hep güzel şeylerden bahsederdi.
 

Beni etkileyen şeylerden birisi de annemlerin pasaportlarının üzerine Fransızlar kırmızı kalemle şu yazıyı yazmışlardı: ‘Geriye dönüşü mümkün değil.’ O dönemde Türkiye ile Fransa arasındaki bir anlaşma nedeniyle sanırım Ermeniler Fransa’da fabrikalarda çalışacaklardı. Yani onları geri dönmeme şartıyla Fransa’ya götürüyorlardı. Tabii ki Türkiye’den ayrıldıklarında otomatikman Türk vatandaşlığı haklarını da kaybediyorlardı. Vatansız insanlar konumuna düşüyorlardı.
 

Ailem Fransa’ya 1926’da gelmiş. Beşkardeşin dördüncüsüyüm. Asıl adım Misak Kamik fakat o zaman Fransız otoriteler Ermeni ismi konmasına izin vermedikleri için ismim Jean Claude olarak değişti. Misak baba tarafımdan dedemin ismi.  Ermenicede de tek erkek evlat anlamına geliyor. Ailemin benden önce üç kız çocuğu olduğu için sanırım bana Misak demişler. Ben çok hassas bir çocuktum. Ermeni aileler çoğu zaman çocuklarını üzmemek için geçmiş hakkında fazla konuşmazlardı. Annem bana zaman zaman Yozgat’tan, oradaki yaşantılarından söz ederdi.” 

Kebapçıyan, ailesinin Yozgat’ta yaptırdığı şehrin saat kulesindeki saatin 1915 ’te durduğunu düşünüyor. “Bu saati gelin hep birlikte yeniden çalıştıralım” çağrısını yapıyordu!

Şimdi yetkililere soruyorum!!!

Şehrimizin değerli yöneticileri; sizlerin bu vurdumduymazlığı, Ermeni Ohannes Kebapcıyan’ın torunlarını haklı çıkarmıyor mu?

Daha önceleri Saat kulesi içerisinde sanatını icra eden arkadaşımız Yozgat’ta esnaflık yapmaktadır. Bir gününü Yozgat için feda etmekten çekinmeyeceği kanaatindeyim. 

İlgilenecek birisini bulamıyorsanız eğer, ben bu işe gönüllüyüm. Her hangi bir ücrette istemiyorum. Yeter ki saatçi ustamız bu konunun tekniğini göstersin, o kadarda zor olmasa gerek.