MİLLİ  tarihimiz kadar önem arz eden bir diğer konu da kültürel değerlerimiz!      
Coğrafi konumu itibarıyla Yozgat yöresi beş bin yıldır onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış, özellikle son iki asırda farklı din ve farklı ülkelerden gelen 18. yy başlayarak 1920'li yıllara kadar devam eden kitlesel göç akınına uğramış illerin başında gelmektedir. Anadolu’nun ortasında yer alan Yozgat, Rusya tarafından topraklarından sürgün edilen Tatar Türkleri, köklerinden sökülen Çerkez ırkdaşlarımız, Balkanlardan yurtlarını terk etmek zorunda kalan soydaşlarımıza ev sahipliği yapmıştır. 
1920'den sonra da farklı ırk ve dinden insanları yıllarca topraklarında misafir etmiş, örnek vermek gerekirse; II. Dünya Savaşı sırasında Yozgat’ta zorunlu ikamete tabi tutulan Yahudi Almanlar, Türkiye’ye sığınan SSCB askerleri, Afganistanlı, Iraklı, Suriyeli sığınmacılar...
Bu topraklara gelen herkes, kendi yaşamlarına dair izler bırakmışlar, bu kadar çok kültürlülüğün içerisinde bırakın bunların ne büyük nimet olduğunun farkına varamamış, kendi kültürel değerlerimize bile sahip çıkmamışız. 
Geçmişten günümüze yansıyan, “şu da Yozgat’ın” diyebileceğimiz bir tek parmak çörek kalmış!
Halbuki Tatar kardeşlerimizin kendilerine özgü yemek ve içecek kültürleri vardı. Hiç merak etmemişiz. Çerkezlerinde Türk olduklarını bugün dahi bilmeyen insanlarımız var.
Savaşlar sebebiyle canını namusunu kurtarabilmek için Kars, Erzurum, Gümüşhane, Bayburt, Aydın, Eskişehir gibi Anadolu topraklarından memleketimize sığınan insanlara muhacir demişiz. Hiç birimiz bu insanlar ne yediğini, ne içtiğini, kültürel yaşamları nasıldır, mutfakta hangi üründen ne tür yemek yaparlar merak dahi etmemişiz.     
Günümüzde çevremizdeki iller dahil hepsinin sayfalar dolusu yemek kitapları yayımlandığı halde, bunların bir çoğu o şehirler adına tescilleniyor! Bizler testi kebabı, Arabaşı sinisi etrafında tavaf ediyoruz.
Geçmişte yayımlanan Yozgat il yıllıklarına baktığımızda da bu zenginliklerin yansımadığını açıkça görmekteyiz. 
Bu kültürel fakirliğimizin sorumlusu yok! Oysa resmi dairelerde bu hususları araştırmak için maaş alan kamu görevlilerimiz bile var. Sonuç ortada.
Bugün yerel gazetelere baktığımızda, hemen hepsinde hanım yazarlarımız var. Hiç birinin kültürel konulara değindiğini göremezsiniz. Kimi siyasi, kimi güncel sorunlara dair, kimisi de kendince şiir şair edebiyatı yapmakta. 
Bu konuda eli kalem tutan, az-çok halkın içine karışarak hemhal olan “Hanım” kardeşlerimize büyük sorumluluk düşmekte. Hiç değilse haftada bir Yozgat yemeklerini kaleme alın da, kayırlara geçsin.
Elimin çamuruyla mutfak kültürümüzü, memleketimize has yemekleri ben mi yazayım? Sadece yemeklerimiz değil, doğumdan tutun da ölüme kadar. Türk kültürüne dair ne varsa yitiklerimizin peşine düşmeliyiz.
Gastronomi “yemek bilimi” bu kadar önem kazanmışken, coğrafi işaretli ürünler o şehrin adıyla anılırken, biz bu zenginliklerimizi bir daha bulamayacağımız şekilde birer birer toprağa gömüyoruz!
Özellikle eli kalem tutan hanım yazarlarımız bu konuya el atmalı, nerede ne değerimiz varsa, görsel ve yazılı olarak kayıt altına almalı memleketimize yeniden kazandırmalı.
Neden Hanım Yazar diyorum?
Çünkü sizler her eve rahatlıkla girebilir, annelerimizle daha kolay iletişim kurabilirsiniz.
Çok değil, kırk yıl geriye gittiğinizde, çocuk bezinin olmadığını, bir bebek dünyaya geldiğinde neler yapıldığını, çocuğun gaz sancısı tuttuğunda, göbeğine bir dilim soğan sarılarak mışıl mışıl uyuduğunu, diş çıkardığı günlerde damak kaşıntısını gidermek için ilaç yerine eline üsküle “yeşil” soğan tutuşturulduğunu, bunlara benzer daha nice pratik bilgileri kurtarmak elimizde.
Başlı başına bir bilim konusu olan halk kültürü, yurdumuzda ve memleketimizde köklü geçmişe sahiptir. Halkımız çoğu konuda engin tecrübeye sahiptir. Halk geleneklerinin değerini bugün daha iyi anlamaktayız. Aktarların günümüzde rağbet görmesinin nedeni de yine geçmişimizin tecrübesinden kaynaklanmakta. 
Eskilere dair halk kültürü adına ne varsa kurtarmak gerek. Bir gün mutlaka işe yarayacaktır.                                                  
Özellikle yerel araştırmacılara büyük işler düşmekte. Kim, nereden,  neyi kurtarırsa kardır.
Yerel yönetimlerimiz yerel araştırmacıların derlediği kültürel eserlere destek olup, “Kültür Bütçesini” bu alanda harcamak zorunda.      
Bozok Üniversitesi Halk Bilimcilerinin de sahaya inme vaktidir.
Kaybettiğimiz değerlerimiz sadece Yozgat’ın değil, ülke içinde yitik hazinelerimizdir.