Evin  avlusunda  güvercinlerle  ilgileniyorlardı.  Çavşırlı , kumru  hele  dönek  güvercinler. 
Gökyüzünde  süzülerek  ve  sık   sık  takla  atışları  ile  adeta  akıllarını  başlarından  alıyordu. 
Kara  abalı  derin  duygular  içinde , dalgın  duran  oğlu  Hafıza  seslenerek: 
-Oğlum  atları  arabaya  goş ta  bağlara  gidin. 
O  goca  bostanlıh    susuzluhtan  gurumuş. 
Onları  bir  sulayın  daha  sona  da.  Suyun  azını  yoncalara  doru  çevirin  iyice  suyunu  alsınlar. 
Hadi  durmayın  hazırlan.  Aha  şu  iki  guş  akıllıları da  yanında  gotür  dedi. 
Aslında  birazda  köyde  çıkan , dedi  kodular dan  Hafızı  uzaklaştırmak  istiyordu. 
Birinin  altınları  çalınsa 
“Hafız  çalmıştır  o  hapisten  çıktı.”
 Başkaları  bağ , bahçe  yolsa. 
“Kesin  Hafız  yapmıştır”  doğru  karakola. 
Yani.
 “Vurun  abalıya.” 
Bu  asılsız  iftiralar  Hafızı  üzüyor  ama
yıldırmıyordu. 
Çünkü  köyde  onu  görmek  istemeyenler. 
Başa  baş  dişe  diş  karşı  koyamadıkları  için. 
Hafızı  yıldırıp  yada  kızdırarak , elini  yeniden  kana bulamasını  sağlayarak. 
Tekrar  hapis’e  attırıp  ondan  kurtulacaklardı. 
Hafız  bu  düzmece  oyunların  bilincinde  ve  kendini  saklayıp , bilinçli  bir  şekilde  kollayarak. 
Babası  kara  abalının  dediklerini  yapmaya  koyuldu. 
Atları  arabaya  koştu.  Kuş  akıllıları  da  yanına  alarak , aşağı  bağlarına  yani yoncalığa gittiler. 
Bağlarda  özden  çağıl   çağıl  akan  su  sesi.  Yalnızlık  korkuları  salarak. 
Kalın  kavak  dallarında  ötüşen.  Karga , Saksağan , Sığırcık  ve  bir  sürü  kuş  sesleri de.
 Düğün  bayram  ediyorlardı. 
Ağaç  yaprakları  ve  dallarına  hışırtıyla  sağ  sol  yaptıran  rüzgar.  Birliklerinde  sanki Asker talimi  yapıyorlar. 
Ağaçkakan  kuşunun  gagasıyla  ağaçlara  oyuklar  açarak.  Bir  maden  işçisi  gibi  çalışarak  diğer  kuşlara.  Beleşten  yuva  yaparak   gagası  ile  tak   tak  diye  çıkardığı  sesleri  ile , çalışma  mesaisinin   çoktan  başladığını  anlatıyordu.
  Hafız  kardeşlerine  takılarak: 
-Kuş  akıllılar  ben  atları  şu  özün  kenarındaki  çayıra  götürüp  örkleyip de  geleyim  diyerek. 
Yanı  başındaki  kardeşine: 
-Sende  bir  kürek  al  eline.   Yukarda ki  su ben tin  ağzını  açta  su  gelsin.   Sulayalım  bostanlığı , topraklar  susuzluktan  çatlamış  dedi. 
Kardeşi: 
-Olur  ede  (abi)  diyerek  çoraplarını  çıkardı  pantolon  paçalarını  da  bir  güzel  sıvazlayarak  küreği de  omzuna  attı. 
Küçük  kardeşini de  orada  yalnız  bırakarak.  Dudakları  ile de  ıslık  çalıyor  ve  değişik  müziklerle  melodileştirerek. 
Doğadan  gelen  kuş  sesi  rüzgar  hışırtısı  ve  su  şırıltılarıyla da   ağaç  yapraklarına  sözlerini  yazarak.   Sesleriyle de  müzik  provaları  yapıyordu.
  Fazla  uzak  olmayan  su  bentti ne   kadar  gitti.  Suyun  ağzını  açtı  ve  suyun  hızla  çağıldayarak    akıp  gitmesini , biraz  oturarak  seyretti. 
Daha  sonra  dinlenmesini  tamamlayarak.
 Tekrar  yoncalığa  doğru  yürüyerek  yol  alıyor. 
Bir  taraftan da    gördüğü  meyveler den  tadımlık  alıyordu. 
Kendi  kıraç  bağlarından  da  biraz  olgunlaşan  üzümlerden  toplayarak , sırtından  çıkardığı  gömleğine  bohçaladı. 
Topladığı  üzümlerden  yiyerek  kardeşlerinin  yanına , yani  bostanlığa  geldi. 
Biraz  uzağında  bulunan  abisine  elindeki  yeni  alaca  düşmüş  bir  salkım  üzümü  göstererek  seslendi: 
-Edee  bak  üzümlere  alaca  düşmüş  biraz  toplayıp  getirdim  dedi. 
Abisi de  pantolon  paçalarını  sıvamış  elinde  bir  kürekle  fasulyeleri  ve  diğer  sebze  karıklarını  suluyor  bir  taraftan da  yüksek  sesle  mırıldanarak:
-Geldim  geldim  şu  geverin…  ağzını  değiştireyim de,  dedi. 
En  küçük  kardeşleri  biraz  ilerilerinde  bulunan  özden  gelerek  heyecanlı  ve  sevinç  çığlıkları  atarak:
-Ede…  sen  bent in  ağzını  açtın  suyu  gönderdin  ya?  O  suyun  içinde.  Aha  bileyim  gibi  iki  tane  uskumru  balık  gelmiş , onları  yakaladım.
Bizim  karıkların  içine  gelince  suda  çırpınmaya  başladılar. 
Bende  durur muyum  hemen  ellerimle  tuttum.  
 Şu  özün  kenarındaki  kumlara  çukur  eştim.
 İçini  suyla  doldurarak  balıkları da  içine  koydum. 
Abisi de  sevincini  belirterek.  Üzümlerden  birer  salkım  alıp  birlikte  balıklara  bakmaya  gittiler. 
Hafız da  öze  doğru  bakarak  kuş  akıllı  kardeşlerine  çağırıyordu: 
-Kuş  akıllılar…  hadi  nerdesiniz  karnımız  acıktı.  Bir  domates  salatası  yapalım da.  Şu  üzümlerle  yiyerek , aç  karnımızı  doyuralım.  diyerek  bağlarda  sesini  yankılandırıyordu. 
Balıkların  yanından  abisinin  sesine  kulak  veren  kardeşler. 
Bir  araya  gelerek  domates  salatası  için.  Soğan , maydanoz , biber  gibi  malzemeler  topluyorlardı  küçük  kardeşleri: 
-Yufka  ekmeğin  üzerine  yapılan  salatanın. 
Suyuyla  ıslanan  ekmeği  ben  dürüm  yapıp  yiyeceğim. Ona  göre haa  ,diye. 
Kendine  ayrıcalık  yaptırıyordu. 
Ağabeyleri  Hafız  küçük  kardeşine  takılıp  kızdırmak  için: 
-Yemekten  sonra  bir  ateş  yakında.  Şu  balıkları da  kızartalım…  dedi.
Küçük  kardeşi  hemen  itiraz  ederek  ayaklandı: 
-Olmaaaz…  ben  onu , köyde  havuzda  besleyeceğim  dedi. 
Abisi  hafif  gülümseyerek: 
-Tamam  tamam , ben  sana  takıldım. 
Siz  gene de  ateşi  yakında  biraz  taze  mısır  közleyelim.
 Bende  şu  fasulyeleri    sulayayım.    Suyun  ağzını da  yoncalığa  verir , daha  sonra  akşam  olmadan  eve  gidelim…
 Haaa  biraz  da  tırpanla  özün  kenarındaki  çayırları  biçeyim  köye  götürelim.
 Akşam  eve  gelen  inekler  danalar  yesin  diye. 
Kardeşlerine  ağabeylik  dersi  veriyordu. 
Dediklerini  bir   bir  yaparak. 
Küçük  kardeşlerinin  yakaladığı  balıkları  anne  ve  babalarına  göstermek  için  yemeklerini  yedikten  sonra.  İşlerini de  bitirip  atları  örkünden  sökerek  at  arabalarına  koştular  biçilen  çayırları da  arabaya  yükleyerek  eve  gitmeleri  için  yola  koyuldular.
Selam ve dua’larımla.