BU gün 29 Ekim 2021. Cumhuriyetimizin kuruluşunun 98. yıl dönümünü kutluyoruz.
20 Ocak 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu çıkarılıncaya kadar Osmanlı Kanun-ı Esasi’si esas olarak alınmış, bu tarihten sonra kanunlar yeni yasaya dayanılarak çıkarılmıştır. 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda “Hâkimiyet bilâkayd ü şart milletindir.” ilkesi benimsenmiş ve böylece gizli de olsa cumhuriyete geçişin işareti verilmiştir. Bu Anayasa’nın birinci maddesi aynen şöyledir:
“Hâkimiyet bilâkayd ü şart milletindir (Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir). İdare usulü, halkın mukadderatını (geleceğini, kaderini) bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir (dayanır).”
29 Ekim 1923’te cumhuriyet ilan edilirken bu maddeye “Türkiye Devleti’nin şekl-i hükûmeti, Cumhuriyettir.” cümlesi eklenecektir.
29 Ekim 1923 tarihinden sonra hayata geçirilen anayasalarda önemli değişiklikler olmasına rağmen yapılan tüm değişikliklerde demokratik, laik, sosyal hukuk devletine vurgu yapılmış ve bu ilkeler korunmuştur. Korunmalıdır da… Ne var ki Anayasa’da vurgu yapılan değerlere tam anlamıyla işlerlik kazandırılamamıştır. Bu itibarla, Anayasamızda yer alan demokratik, laik, sosyal hukuk devletini temsil eden ilkeler tüm kurum ve kuralları ile gözden geçirilerek cumhuriyetimizin kuruluş felsefesine uygun olarak, Atatürk ilke ve devrimleri ışığında yeniden ele alınmalıdır. Çünkü ülkemizi yöneten iktidarlar cumhuriyetimizin kuruluş felsefesinden uzaklaşarak memleketimizi tanınmayacak hâle getirmiştir. Ekonomimiz bir türlü krizlerden kurtulamamış, açlık ve yoksulluk binlerce kez değil, milyonlarla kez ifade edilir olmuştur. Siyasette rant kavgaları, mafya bağlantıları gündemi meşgul etmektedir.
Ülkemizin içinde bulunduğu bu zor durumdan, yeni bir yönetim anlayışı ile çıkılacağı kanaatindeyim. Bir kısım siyasiler tarafından adına “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” denilen, yazılı ve görsel basında dile getirilen bu sistem ile halkımızın yeni nelerle buluşacağı net olarak açıklanmamıştır. 
Ancak benim bu ifadeden anladığım, düşlerimin bir parçası olup bu sistemin temelinde yer alan anlayışa göre her şeyden önce TBMM, Millet Meclisi ve Senato olarak iki meclisli bir yapı.
Düşlediğim bu Millet Meclisi 400 kişiden, Senato ise 100 kişiden oluşuyor. Belli yaşa gelmiş insanların yönetim anlayışlarının daha yere basar ve gelişmiş olduğunu düşünerek milletvekillerinin 30, senatörlerin 40 yaşını doldurmuş olduğunu, senatörlerin ise mutlaka üniversite mezunu olması gerektiğini düşlüyorum.
Yasama, yürütme ve yargı ayrımının olmazsa olmazı AİHM kararları mutlaka uygulanıyor düşlerimde.
Milletvekilleri 4 yıl için, senatörler 5 yıl için seçiliyor.
Seçim barajının yüzde 5 olduğunu; Türkiye genelinde yüzde 1 oy alan parti başkanının Senato’da temsil edildiğini, ayrıca eski cumhurbaşkanlarının senatonun daimî üyesi olduğunu görüyorum. 
Düşlerim devam ediyor: Milletvekilleri ve senatörlerin seçilmesinde parti başkanlarının yetkileri sınırlandırılıyor.
Cumhurbaşkanı, milletvekilleri ile senatörlerin ortak toplantıları sonucunda TBMM tarafından 5 yıl için seçiliyor ve partisiz oluyor. Cumhurbaşkanının, üniversite mezunu ve 50 yaşından gün almış olması gerektiği kabul ediliyor. İcra yetkisi bulunmuyor. Kriz dönemlerinde tüm parti başkanlarını bir araya getirmesi sağlanıyor.
Üniversiteler, Merkez Bankası, Hâkimler ve Savcılar Kurulları, TRT vb. kuruluşlar bağımsız oluyor.
Dış politikada “yurtta barış, dünyada barış” felsefesine dönülüyor.
Bürokrat ve büyükelçi atamalarında liyakate önem veriliyor.
Köylü ve çiftçinin toprağını yeniden sevmesi mutlaka sağlanıyor. Üretim özendiriliyor. Tarım ve sanayinin desteklenmesi kriterleri günümüz şartlarına uygun hâle getiriliyor.
Bu hususlar ilk düşlediklerim oluyor. Elbette hukuku, ekonomiyi ve demokrasimizi güçlendirmek adına. 
Esasen, gerçekleşmesi istenen gerçeklerde öncelikle; hukukun, adaletin ve demokrasinin bütün kuralları ile işlerliğinin sağlanması lazım. Tüm bunlar yapılırken mutlaka uzlaşma ile mutabakat sağlanmalıdır. Türkiye’mizin çağdaş uygar ülkeler arasında yer alması için kurtuluş, çağın koşullarına uydurulmuş cumhuriyetimizin kuruluş değerlerindedir.
Herkes rüya görür. Rüyaya, şimdilerde moda deyimle düş diyorlar. Rüyalar günlük hayatımızın ayrılmaz parçasıdır. Kimi zaman da rüyalar günlük hayatımızın etkisi altına girer. Yukarıda yazdıklarım benim düşlerim. Ve günlük hayatım bu yazdıklarımın etkisi altında… Umarım gerçek olur…
Size, sizi mutlu edecek, ertesi sabah uyandığınızda gününüze yaşama sevinci katacak, gereceğe dönüşecek rüyalar görmenizi diliyorum.