İNSAN olarak duyarsız kaldığımız pek çok konu var. Bunlardan biri de “doğa”dır. Acımasızca kirlettiğimiz, yaşanmaz duruma getirdiğimiz, yok etmeye çalıştığımız doğa.

İster büyük kentlerde ister kırsal yörelerde yaşayalım, bilinçli ya da bilinçsizce doğaya zarar veriyoruz. Zarar veriyoruz, demek az gelir; doğayı katlediyoruz. 

Yaz aylarını ülkemizin cennet köşesi Fethiye’de geçiririm. Yemyeşil ormanın kucakladığı masmavi   bir deniz, bin bir renkli çiçekler, değişik tonlarda şakıyarak insanın ruhunu dinlendiren kuşlar, güzellik adına ne ararsanız var burada. Ne var ki tüm bu güzellikler; insan denilen bir canavarın saldırısı, zulmü altında. Şöyle bir tepeye çıkıp denizi izleyim, diyorsunuz. Sonra bunu yaptığınıza bin pişman oluyorsunuz. O güzelim ormana atılan poşetler, şişeler, teneke kutular, karton bardaklar, tabaklar, daha neler neler… Üstelik hemen yanı başınızda bir çöp konteyneri bulunmasına, “Nasıl bulmak istiyorsanız öyle bırakınız.” uyarı levhasına karşın. Bu nasıl bir duyarsızlıktır, ihanettir; anlamak olanaksız.

Ağaçlarla kaplı tepelere uzaktan hayranlıkla bakarken birden içiniz burkuluyor. Gözünüz bir kel tepeye takılıyor. Belli ki bir yangın çıkmış ya da çıkarılmış, belli ki yine bir acımasız insan eli uzanmış oraya. Tarla açmak, konut yapmak ve benzeri nedenlerle yok etmiş ormanın bir bölümünü. Bunu anlatırken Yozgat’ımızın güzel Çamlık’ı geldi aklıma. Sanki insanın acımasız saldırısından korunmak için tepedeki küçük bir alana sığınmış. Yaşlı çam ağaçlarının ağırlıklı olduğu bu alan, demek ki bir zamanlar çok geniş bir alana sahipmiş. Allah’tan Millî Park statüsünde korunma altına alındı da insanın zulmünden kurtuldu. 

Hemen her gün gazetelerde, televizyonlarda doğa katliamına ve çevre kirliliğine ilişkin çeşitli haberler yer alıyor. Denizlere, ırmaklara, göllere salınan zehirli atıkların yarattığı toplu balık ölümleri, rant için yakılan ormanlar, çarpık yapılaşma nedeniyle doğallığını yitiren yaylalar,  oluşan çöp dağları nedeniyle kirlenen alanlar, atık gazlarla solunamaz duruma gelen hava… Say say bitmez. 

Üstüne üstlük şimdi de Marmara Denizi’nin deniz salyasıyla kaplanması durumu ortaya çıktı. Denizin her yanını kaplayarak oksijenin azalmasına neden olan deniz salyası, bilinçsizce kirlettiğimiz denizlerimizin bizden intikamı değil midir?..  

Doğaya karşı çok hoyrat bir toplumuz gerçekten. Bu hoyratlıktan bir an önce kurtulmamız gerek. Yoksa doğayı hem kendimiz hem de gelecektekiler için yaşanmaz duruma getirmiş olacağız. Biz doğayı korursak doğa da bizi korur. Yoksa yaptığımız kötülüğü karşılıksız bırakmaz. Doğanın dengesini, doğallığını  bozduğumuz için oluşan seller, yok ettiğimiz ormanlar nedeniyle oluşan kuraklık ve erozyon, kirlettiğimiz denizler yüzünden azalan balıklar,  gaza boğduğumuz havanın yol açtığı küresel ısınma ve bunun yarattığı olumsuzluklar doğanın bizden intikamı değil midir?..

Çocuklarımıza, torunlarımıza yaşanacak bir çevre bırakmak zorundayız. Bunun için çevre koruma bilincini geliştirmemiz gerek. Yoksa bizden sonrakiler ağır bir bedel ödemek durumunda kalacaklardır. Bu nedenle çocuklarımıza daha küçük yaşlardayken doğa sevgisi aşılayalım. Eğitimin her aşamasında doğaya karşı duyarlı bir kuşak yetiştirmeye çalışalım. 

Doğanın bize gereksinimi yok, ama bizim ona var. Paul Ehrlich’in dediği gibi, “Doğa insan olmadan da yaşar, ama insan doğa yok olduktan sonra yaşayamaz.” Bunu hiçbir zaman unutmayalım ve doğaya dost elimizi uzatalım. Doğayı yok etmenin kendimizi yok etmek olduğu gerçeğini aklımızdan çıkarmayalım.