Günler, haftalar... derken.
Annemin mahkeme… günü yaklaştı. Dayım:
“Çocuklar, sizleri Yozgat’a götüreceğim.
Annenizi görürsünüz, daha sonra kardeşleriniz  Yudan’da diğer dayınızın yanında okula gidecekler.
Abiniz’le ben Ankara’ya döneceğiz, Ona  bir iş buluruz çalışır.” diyerek saçlarımızı okşuyordu.
Bu arada hazırlıklarımız yapıldı. O uzun yolculuk için yengemle vedalaşıp ayrıldık.
Kardeşlerimle birlikte bu yolculuğa çok seviniyorduk.Çünkü Annemizi görecektik.
Neşeli geçen yolculuktan sonra Yozgat’a geldik. Dayım: “Burada bir hala oğlu var, önce ona gidelim, sonra Annenizin yanına gideriz dedi.
Dayımlar!...Annemin mahkemesine gittiler.
“Yarın görüş günü, Annenize de yarın gideriz dediler.”
Bana Ankara’da verilen harçlıkları tekrar saydım, onları Anneme verecektim.
Çünkü daha önceleri hep öyle yapıyordum.
Ertesi gün oldu.
Kalabalık bir şekilde hapishaneye yürüyerek gidiyorduk. En önde ben gidiyordum, bir taraftan da çabuk olun der gibi hareketler yapıyordum. Onlar bana:
“Yeğenim, oğlum yavaş ol!” diyorlar.
Ben hiç aldırmadan:
“Daha yolumuz var mı? ”diye soruyordum.
Uzun ve telaşlı yolculuğun sonunda hapishaneye geldik. Koşarak kardeşlerime! gelip, Annemizi görünce ağlamamalarını söyledim.
Hapishanede kadınların bulunduğu tarafa geçtik.
Hapishanenin bahçesinde büyük bir ağaç var.
Kadın mahkumlar ağacın gölgesinde oturuyorlar. Annemi de aralarında gördüm.
Ona doğru Anne!...diye bağırarak koştum, boynuna sarıldım. Kardeşlerim de geldi.
Bir yumak oluşturduk, Annem ağlıyor.
Bir taraftan da bizleri sık sık öpüyordu.
Bir ara kafamı kaldırıp etrafa baktım, nöbet tutan askerlerde göz yaşlarını silerek bana el sallıyorlardı . Bizlere:
“Ağlamayın, yeter...” diyerek ayırdılar.
Ben hemen paramı çıkarıp Anneme uzattım. O da:
“Sen artık kocaman adam oldun, o paralar sana lazım olur.”diyerek, biraz da kendi parasından çıkarıp bana verdi.
Bu güzel buluşmamız fazla sürmedi, çünkü ziyaret saati dolmuştu. Kucaklaşıp, birbirimizi öptükten sonra oradan ayrıldık.
Üzerimden büyük bir yük kalkmış gibi rahatlamıştım. Annemi sağlıklı ve rahat görmüştüm.
Kardeşlerimi dayımla birlikte Yudan’a gönderdik. Ben ortanca dayımla Ankara’ya geri döndük.
Beni mahalledeki marangozun yanına çırak olarak verdiler. Sabah erkenden marangoz atölyesine gidiyorum, her tarafı pırıl pırıl temizliyorum, takımları  yerlerine düzgünce dizip, ustaların gelmesini bekliyordum.
Çok dikkat etmeliydim, ustamın gözüne girip, iyi bir usta olmalıydım.
Çünkü Rahmetli babam böyle istemişti.
Her gün işe gidip geliyorum, fırsat buldukça mahallemizdeki çocukların arasına karışıp onlarla birlikte oyun oynuyordum. Çocukların bazıları, “yamalıklı pantolonlu...” diye benimle dalga geçiyorlardı.
Halbuki Köydeki kızlar  bana  “pantolonundaki yamalık ne güzel olmuş.” diyorlardı.
Bu şehrin Çocuklarını anlayamıyordum.
Çocuklarla oyunumuza devam ederken bir teyze elinde bir pantolonla yanımıza gelerek:
“Bunu sana versem giyer misin? ”dedi.
Ellerini öperek pantolonu alıp koşarak eve gittim.
Selam ve dua’larımla.