Salih’in yıldızlarla ve özellikle Sabah Yıldızıyla yaptığı Sevgi dolu muhabbeti sabah Ezanıyla bölünüyordu.
Namazını kıldı içeriye gidecekti ki karşı komşusu Cafer amcasının yeni kiracısı ve ailenin dokuz on yaşlarındaki oğluna kafası takıldı sabahın serinliğinde ve herkesin tatlı uykusunda iken o çocuk elinde bir sepet simit’i satmaya gidiyordu Salih çocuğa yüksek sesle çağırdı:
-Çocuk simitçi”.
Bir çırpıda gelerek:
-Buyur amca dedi.
Salih:
-İki simit verir misin” dedi çocuk küçük, küçük kestiği gazete parçalarından bir tanesine iki simidi sarıp sarmalayarak Salih’e uzattı oda daha önce hazırladığı simitlerin parasını vererek simitçi çocuğa sordu:
-O eve yenimi taşındınız.
Çocuk:
-Evet.
Salih:
-Başka kardeşlerin falan varmı.
Çocuk:
-Var amca” dedi ve konuşmasına devam etti:
-Dört kardeşim birde annem var” dedi başını hafif eğerek durakladı.
Salih:
-Ya baban dedi.
Çocuk çekingen ve bir şey söylemek istemiyormuş gibi utangaç tavrıyla:
-O hapiste” dedi.
Oradan gitmek için yürüdü.
Salih gitmekte olan simitçiye tekrar seslendi çocuk başını geriye çevirerek:
-Buyur amca” dedi.
Salih:
-Öğleyin okula gitmek için eve geldiğinde artan simitlerin olursa bana getir ben satın alayım” dedi:
-Hayırlı işler diyerek.
Gönderdi küçük çocuk elindeki o simitleri satıp para kazanacak evine çay şeker ve ekmek alacaktı…
Yoğun geçen gece ve sabahın gönülleri coşturan seher vaktinin ardından. Allah ne kısmet etmişse onlarla kahvaltısını yaptı. Eski ama temiz olan çarşafı somyanın üzerine serdirerek:
-Anacığım ben öğle Namazına kadar biraz istirahat edeyim” dedi.
Sessiz ve sedasız güzel bir uykunun ardından annesi gelerek:
-Oğlum öğle Ezanı okundu. Kalk bak karşı komşular Haydar amcanın ceviz ağacının altına gene toplandılar seni istiyorlar:
-Salih olmazsa sohbetimizin tadı tuzu yok diyorlar” diyerek. Anasının sesi odanın içinde ışık saçarak yankılandı.
Ceviz ağacının altındaki dostluk sohbetleri çok hoş geçi yordu.
Yan komşuları Galip amcası köyünde yaylalarda çobanlık yaptığı koyun sürülerini ve anılarını anlata, anlata bitiremiyordu.
Gece yarısı koyunları yaylada yatırırken kendiside farkında olmayarak bir yılanın üzerine yatarak öldürdüğü o yılanı ballandırarak anlatıyor.
Palabıyıklarıyla herkesin dikkatini çeken Haydar ağabeyside köyündeki çalıştırdığı su değirmenini anlatıyor ve beslediği kümes arasındaki çilli horoza:
-Bir görseniz maşallah camız balağı gibi büyüktü” diyordu.
Astım hastalığından dolayı sigarayı hala bırakmayan ve omuzlarından soluyarak nefes almaya çalışan Ramazan yine her zamanki gibi hastanede ya bir doktoru azarlayıp dövüyor.
Yada gittiği türküye büyük millet meclisinde bir millet vekilini tersliyor ve bal kaymak yemiş gibi ağzını şapırdatarak anlatıyordu.
Mama… dayısı da gene nöbetçi amiri gibi çocukları kovalayarak sohbete katılıyor.
Tiyatroda sahne düzenleyicisi Samsunlu salim abisi ise günlük gazetesi elinde sadece selam vererek geçip gidiyordu.
Yolun karşı tarafında oturan Cafer amcası da kendini ve yerleri incitmeden yavaş, yavaş yürüyerek geliyor:
-Ömrüm şu yalan dünyada geldi geçti bitiyor bizim şu gece kontunun işini bitiremedim” diyerek sohbete katkıda bulunuyordu.
Salih dinden İmandan ve Müslümanların gaflet uykusunu peygamberimiz (s.a.v) min yaptıkları güzellikleri ve güzel sözlerinden anlatıyor.
Ramazan Salih’e seslenerek:
-Saz çaldığın o günleri unutup şimdi başımıza sofimi kesildin diye sohbeti bölüyordu.
Küçük hasan can Salih amcasının dışarıda olduğunu görerek ve koşarak gelir yanına gelen altı yaşlarındaki Hasan can Salih’in ellerinden sıkıca tutarak:
-Beni yanından ayırıma” diyerek gözlerinden sevgi bakışlarıyla da süzüyordu ve hafif mırıldanarak:
-Salih amca ben hep senin yanında kalıp bir şeye ihtiyacın olursa koşarak getirir götürürüm” diyordu.
Yanlarında bulunan Galip amcaları bir anda Hasan canın sevgi muhabbetini bölerek Hasan canı azarlayarak:
-Biz burada sohbet ediyoruz haydi sen git şu ilerdeki çocuklarla oyna” dedi.
Salih de Galip amcasının öfkesini böldü:
-Azarlama bu çocuğu o benim arkadaşım” diye Hasan cana cebinden çıkardığı bir şekeri vererek ve koruma tavırlarıyla ona güven veriyordu.
İşittiği azardan etkilenen Hasan cana seslenerek:
-Hasan can sen Namazını kıldın mı” dedi.
Hasan can:
-Hayır kılmadım.
Salih:
-Hadi eve git sen Namazını kıl daha sonra görüşürüz” diye.
Hasanı yanlarından uzaklaştırdığını sanıyordu çok gedmeden Hasan tekrar geldi.
Salih hararetli geçen sohbeti dinliyor arada bir katkıda bulunarak konuşuyor.
Hasan Salih’in gözlerine bakarak dikkatini çekmeye çalışıyordu ve dikkatli bakışlarıyla sorular soruyormuşta cevaplarını bekliyormuş gibi bir hali vardı sonunda dayanamayarak sordu:
-Salih amca ben Namazımı kıldım neden Allah kabul etsin demiyorsun?” diyerek
Salih’in düşünen beynini kilitledi ve geçtiğini sandığı o sohbetin havasını bir anda değiştirdi.
Çiçekler artık Hasana gülüyor güller yeniden açıyordu yollardaki tozlar artık Hasanın gözlerine gitmeyerek onu rahatsız etmiyorlardı çünkü…
Hasan can Namaz’ını kılmış Rabbinin bir emrini yerine getirmenin mutluluğunu yaşıyordu.
Selam ve dua’larımla...