SARARAN  yapraklar  hazan  gülleri  gibi  sararıp  soluyordu. Bir ses:
-Küçük  öğretmen, dedi.
-Küçük asker olur da, küçük öğretmen olmaz mı?, dediler:
-Babası da çok zenginmiş...
 Deli midir nedir, öğretmenlik için köyü seçmiş. Herkes şehre kaçıyor, bu öğretmen tozlu tufanlı köyü tercih ediyor...
Aradan  geçen  günler.  Öğretmenle  köy  halkının  ve  öğrencilerin  kaynaşmalarını,  bir birlerini  tanımalarını  sağlıyordu. 
Küçük  Mustafa  koşarak  ve  telaşlı bir şekilde;
 -Öğretmenim, Ahmet öğretmenim!... dedi ve soluk soluğa nefes alarak durakladı, Muhtar Emmi seni çağırıyor.
Öğretmen  Mustafa’ya:
-Sakin ol, önce derin bir nefes al, diyerek  Mustafa’nın  hızını  kesip  sakinleşmesini  sağlıyordu.  Mustafa’nın  elinden  tuttu:
-Gel birlikte gidelim, dedi ve birlikte  yürüdüler.
Öğretmen, Mustafa ya:
 -Seni bu kadar telaşlandıran nedir? diye sordu.
Mustafa:
-Bilmem, dedi  ve nefes tazeledi.
-Muhtar Emmi bana, “Koş, Ahmet Öğretmenini acele çağır, muhtarın odasına gelsin” dedi, çok önemliymiş...
Öğretmen bir an endişelenerek;
-Hayırdır inşallah, dedi  ve  adımlarını  hızlandırarak  muhtarın  odasına geldiler.
Muhtar:
-Buyur  öğretmen  bey, diyerek  Ahmet  Öğretmeni  kapıda  karşıladı.
-Sen de mi geldin  Mustafa?, dedi.
Muhtarın  odasına  geçtiler.
Muhtar:
-Otur  öğretmen  bey,  sizi  telaşlandırdık. Su  ister misiniz?
Öğretmen:
-İyi  olur, diyerek bir bardak suyu üç nefeste içti ve yanında bulunan sandalyeye yarım bir şekilde oturdu.
Muhtar:
-Yenice Köyü’ne gitmiştim.Orada Okul Müdürü Rafet  Öğretmenle karşılaştım. Öğrencilerden birisi dün akşamdan beri kayıp, onu arıyorlar. Bir türlü  bulamıyorlarmış. Bana rica etti, “Öğretmene  söyle, okuldaki  öğrencilerden ve köy halkından  da  rica  edin, iki köyün bağlarının birleştiği yerde buluşalım, el ele vererek araziye  yayılıp  bakmadık taş altı ve  ağaç  dibi bırakmayalım...” dedi. Ne olur  biraz acele edelim...
Öğretmen, muhtarın anlattıklarının  son rica kısmını dinlemeden küçük  Mustafa’yı yanına alarak;
-Ben okuldan çocukları alıp, derhal  o buluşma yerine gidiyorum. Siz de  köylüye haber verin,  dedi.
Öğretmen, kanatları büyük bir kuş gibi çocukları da yanına alarak bağlarda  buluşma  yeri  olan  bent’in  yanına  vardılar. Yenice  Köyü’nden  gelen  öğrenciler  ve  köylülerle  buluştular.  Rafet  Öğretmen ile  Ahmet  Öğretmen,  kurdukları  planı  zaman  kaybetmeden  uygulamaya  başladılar.
Bir çocuğun hayatı söz konusuydu. Ahmet Öğretmen,  bir  tepeye  başkanlık  ediyor,  Rafet  Öğretmen de  başka  bir  tepeye... Öğrencileri onar - onbeşer  gruplar   halinde  ayırıp,  aralarına da  köy  halkını  katarak,  el ele verip, koca  arazide  bir  örümcek  ağı oluşturdular . Emin  adımlarla  ağır  ağır  yürüdüler, bir  taraftan  da; 
-İsmail!!!...  İsmail!!!...  sözleri  gök  kubbeyi  sallıyordu.
Kuşlar  kanat  çırparak  o  insanlara  yol  gösteriyor,  dağdaki  tilkiler  tepelerden  kalabalığı  seyre  dalıp;
-Biz  İsmail’i  görmedik,  diyorlardı.
Coşkun akan sular heybetli akışını  kesmiş, sessiz sakin akışıyla:
-Biz de görmedik, diye çağıldıyordu.
Kayalar, kalın ağaçlar, koca kütükler gölgelerini aydınlatarak;
-Biz de  görmedik, diyorlardı.
Rüzgar artık deli esip gözleri sulandırmıyordu.
İsmail nidaları zayıfladı. Yerini “Yavrum, kuzum...”  seslerine  ve  gözyaşlarına  bıraktı.
Babası:
-Bir daha seni olur olmaz dövmeyeceğim, dedi. Küçük bir ses:
-Benim silgimi çalmıştı. Ben ona yeni silgi hediye edeceğim, diye hıçkırdı.
Sarı kız, mavi gözlerinden akan yaşlarını silerek;
-Ben de seni seviyorum, ben de   seninle evlenmek! istiyorum. Yeter ki duy bizi, yeter ki sen ölme,  diyordu.
Rafet  Öğretmen:
-Çalışkan çocuktun, bu ülkeye başbakan  olursun diyordum ama o zayıfı  da vermek zorundaydım... diye mırıldandı. Çaresizlik yerini sabra bıraktı.
Yazdan  kalan  sıcaklar  can  çekiştiriyor  ve   soğuk havalar  ise  bunaltıyordu. Yenice  Köy  Muhtarlığındaki  telefon  sesi  bir  anda  tüm  köyde  ve   etraf  köylerde yankılandı:
-İsmail, Yenice Köyü’ne gelen bir kamyonun arkasından tutunarak asılmış, bunu bir oyun gibi düşünerek kamyonla birlikte yol alıp gitmiş.  Kamyon hızını alınca, bir anda korkarak paniğe kapılan İsmail, bir türlü kamyondan aşağıya  inememiş. “Olan  olmuştur...”  diyerek, kamyonla birlikte  Kayseri’ye kadar gitmiş ve uzun  bir yolculuktan sonra duran kamyondan inerek ağlayıp sızlanmaya başlamış.
-Bir daha böyle hatalar yapmayacağım...diyerek kendi kendine Söz  vermiş yaşlı gözlerle, Kayseri’ye yakın  bir köyde jandarmalara yani emin ellere teslim edilerek.
İsmail  bulundu Sesleri… Rüzgarla    birlikte her tarafta esip durdu...
Selam ve dua’larımla.