DOSTOYEVSKİ'nin “Suç ve Ceza” romanı, bir gencin işlediği çifte cinayet üzerine yaşadıklarını konu alıyor.
Romanın özü; “Yapılan kötülükler ve suçlar cezasız kalmamalı.” 
Ödevini yapmayan öğrenciye -özellikle bizim ilkokul çağlarımızda- verilen tek ayak üzerinde durma cezası.
Evde odasını dağıtan çocuğa verilen oyuncaklarını toplama cezası.
Adli suçlara yasaların öngördüğü cezalar…
Ceza örnekleri çoğaltılabilir.
Oysa odasını toplamayan çocuğun davranışına, basit yöntemlerle, odasını toplamayı keyifli hale getirerek çözüm bulabiliriz.
Ödevini yapmayan öğrenciye ceza vermek yerine, ödevini yaptığı günü övgüyle anlatarak hatırlamasını sağlayıp ödev yapmaya teşvik edebiliriz.
***
İlçemiz Yenifakılı’da geçmiş zamanın birinde, ilçe halkından birisi sarhoş vaziyette çevreyi rahatsız eder. Hâkim önce 15 gün hapis cezası, sonra iyi halini göz önünde tutarak jandarma nezaretinde günlük 1.5 saat kitap okuma cezası verir. Şahıs “Ben delikanlı adamım, 15 gün dediğin nedir ki; aslanlar gibi yatıp çıkarım. Kahvehaneye de başım dik girerim.” diye düşünse de beklediği gibi olmaz. Kanundan kaçış yok. Okumuş gibi yapsa, hâkim sınav yapacak demişler. Mecburen kütüphanede jandarma denetiminde kitap okur. TV’de bilgi yarışmasına katılır; öğrendikleri sayesinde para ödülü kazanır. “Bana kıs kıs gülenlere şimdi ben hava atıyorum. Bilgi gibisi yok valla!” diyor verdiği röportajda.
***
Bir başka ilde yaşanan olayda ise eşine sözlü ve fiziksel şiddet uygulayan kişi, Denetimli Serbestlik Uygulaması kapsamına alınır. Uzman tarafından verilen öfke kontrolü seminerine katılma ve eşine çiçek alıp eşini yemeğe götürme cezası verilir.
Piknik esnasında yanlışlıkla çıkardığı yangın nedeniyle kemençe öğretmenine, 47 gün halk eğitim merkezinde ücretsiz kemençe dersleri verme cezası verilir.
Kastamonu’nun bir ilçesinde, tartıştığı eşine fiziksel şiddet uygulayan adam, eşi şikayetçi olmayınca Denetimli Serbestlik Uygulaması kapsamına alınır. İri puntolarla yazılmış “Eşime vurduğum için eşimden ve ilçe halkından özür diliyorum.” yazılı bin tane el ilanı bastırıp sokakta dağıtma cezası verilir. 
Amasya’nın Merzifon ilçesinde bir çiftin aralarındaki kavga mahkemeye intikal eder. Hâkim eşlere çocuk gelişimi ve aile iletişimi ile ilgili beş kitap okuyup özet çıkarma ve Cumhuriyet Başsavcılığı Denetimli Serbestlik Merkezi’ne teslim etme cezası verir.
Hukukçulara göre bu tür yaptırımların amacı: suçluyu topluma kazandırmak.
***
Geçtiğimiz günlerde de Sakarya Valiliği; korona tedbirleri kapsamında maske takmayan insanlara 900 lira para cezasının yanında, 10 adet kitap okuma cezası kesti.
Sokakta maske takmadığını kolaylıkla tespit ettikleri kişinin evinde kitap okuyup okumadığını nasıl denetleyeceklerse? 
Ne kadar acı değil mi?
Bir çiçekle suçunu affettireceğine inanan bir erkeğin, tekrar şiddet uygulamayacağına garanti bir demet çiçek midir? Oysa şiddetten önce de çiçek vardı. Ama o, çiçek getirmeyi değil şiddet uygulamayı seçmişti.
Kitapların ceza olarak okutulması ne kadar üzücü bir şey değil mi?
Bu ceza uygulaması; Reşat Nuri’nin, Sebahattin Ali’nin, Yaşar Kemal’in ve ismini sığdıramayacağım yerli-yabancı yazarların itina ile yazdıkları kitaplarına haksızlık değil mi?
Oysa okumak; eksiğimizi tamamlamak için kendimize yine kendimizin vereceği ödül olmalıdır.
Birbirimize armağan ettiğimiz kitapların ceza unsuru olarak kullanılmaması gerekmez mi?
Kitap okuma alışkanlığı edindirmeye çalıştığımız çocuklarımızın kitaplara bakış açısı “suç işlediklerinde okumaları gereken tehdit malzemesi” olmaz mı?
Kitap, çiçek gibi masum şeyleri ceza malzemesi yaparak iyi davranışlar kazandırmak yerine, iyi insan olmayı -suçun insana, topluma, ülkeye zarar veren bir eylem olduğunu- öğrensek ve öğretsek yaşam daha güzel olmaz mı? İyi davranışlar kazanmanın kuralının eğitim olduğunu hiç unutmasak, buna kişinin kendini eğitmesini de eklesek. Yemek yapma, eş seçme, kaynanam beğensin türü yarışmalarla tüketilen zamanların, onda birini kültür-sanat-edebiyat yarışmalarına ayırıp kazananı kitapla ödüllendirsek ve yazarla buluştursak.
Ne dersiniz?