KARAYUSUFOĞUL-LARI'ndan Molla Halil; Yozgat’ın merkeze bağlı eski adıyla Yortan, yeni adı ile Yazpınar köyünün imamlığını yapıyordu.
Seferberlik ilan edildiğinde köye gelen listede Molla Halil’in adı yoktu. Herkes cepheye giderken Molla Halil çok üzülmüş, askere çağırılanları uğurlama esnasında dua ederken gözlerinden akan rahmet damlaları avuçlarına dökülmüştü.
Halil Efendi, ev ev dolaşıyor, asker analarını teselli etmeye çalışıyordu. Hoca Efendiyi herkes sever sayardı. Hem eşi Ümmügülsüm hanıma, hem de Halil Efendiye derin sevgileri vardı.
Molla Halil, medrese eğitimini Gedik-hasanlı’da tamamlamış, iyi bir hafız olarak köyüne dönmüş ve imam tayin edilmişti.
Evliliğini de Alcı köyünden, kendisi gibi Hafız olan Hızıroğulları’nın kızı Ümmügülsüm Hanım ile yapmıştı. Bu evlilikten üç oğlu, bir de kızı dünyaya gelmişti.
Ülkede yaşanan seferberlik fırtınası ocaklara ateş düşürmüş, o yaz mevsimi karakışa dönüşmüştü.
Yortan köyünden yirmiden fazla kişiyi askere alınmış, biri hariç tamamı cepheye sevk edilmişti. Molla Salih adındaki kişiyi gittiğinden bir kaç gün sonra gerisin geri kçye dönmüştü.
Molla Salih Köyün zenginlerindendi. Onun köye dönüşü diğer asker ailelerinde şüphe uyandırmış ve çeşitli dedikodulara sebep olmuştu. Köy imamı Molla Halil, bu dedikoduları gıybet olarak görüyor, “hiç kimse ölü eti çiğnemesin!” diye herkesi uyarıyordu.
Molla Salih’in Yortan’a dönüşünden iki gün sonra köye iki süvari geldi. Israrla köy imamını soruyorlardı. Molla Halil haberi alır almaz soluğu süvarilerin yanında aldı.
“Buyurun beni istemişsiniz. Ben köyün imam hatibiyim” dedi. Askerlerden biri: “Artık değilsin. Bu köyün yeni imamı Salih Efendi, sen de bugünden itibaren askersin!” diyerek heybesinden çıkardığı zarfı uzattı. Köyün yaşlıları şaşkın bakışlarla Halil efendinin ne tepki vereceğini bekliyordu.
Molla Halil, önce bir besmele çekti, sonra da “Rabbiyesir vela tuassir Rabbi temmim bil-hayır: “Rabbim işimi kolaylaştır, güçleştirme, Rabbim bu işi hayırla tamamla!” duasını okudu. Başını kaldırdı askerlere bakarak; “Ne zaman nereye gidiyorum?” diye sordu.
Asker, “Yarın Yozgat Askerlik Şubesinde olman gerekiyor. Aman hocam, gelmemezlik edip de bizi buralara bir daha yorma. Zaten kaç gündür at üstünde gezmekten anamız ağladı.” diye uyardı.
Molla Halil; “Siz meraklanmayın Allah izin verirse yarın öğleye kalmaz varırım.” dedi.
Askerlerin ayrılmasıyla birlikte köyün yaşlılarının her biri ayrı bir yorum getirdi, kimisi “Hocam, giden askerleri dualarken döktüğün gözyaşları ne kadar içtenmiş ki seni de dâhil ettiler'' dedi. Bir diğeri; “Sen bize yine gıybet etmeyin diyeceksin amma, bu iş Molla Salih’in başının altından çıktı. Yoksam nerede görülmüş köyün imamının askere alındığı?” diye ekledi.
Hoca efendi; “Cenab-ı Allah, Peygambere komşu olmayı her kula nasip eyler mi? Şükürler olsun ki bana bu imkânı sundu.” diyerek orada bulunanlarla helalleşti. Elindeki zarf ile birlikte köyün yeni imamı olan Molla Salih’in evine gitti. Molla Salih hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranmaya çalışsa da hoca efendiyi evine bile buyur etmemesi, caminin yolunu tutması her şeyi anlatmaya yetiyordu.
Molla Salih, Yozgat’ta işini bir güzel halletmiş, yaşı kırka dayanmış dört çocuk babası beşincisi yolda olan, çevre köylerde bile ilmine saygı duyulan Molla Halil’i köy imamlığından azlettirip yerine kendini imam tayin ettirmişti. Halil Efendiye de cephenin yolu gözükmüştü.
En büyük oğlu İlyas, daha on iki yaşındaydı. Haberi öğrenen Ümmügülsüm hanım oldukça metanetli davrandı, Halil Efendiyi teselli etmeye çalıştı. “Sen bizi merak etme, biz başımızın çaresine bakarız.” dedi.
Halil Efendi, söz verdiği gibi öğleden önce askerlik şubesine geldi. Şubedeki komutandan müsaade alarak son bir kez daha Çapanoğlu Camii’nde öğle namazı kıldı, sonra da tekrar şubeye gelerek teslim oldu. Hiç vakit kaybetmeden kafileye katıldı.
Günlerce süren yolculuk sonrası Çanakkale’ye varmışlardı. Daha ilk hücumda kolundan yaralandı. Yakın köylüleri olan Güdülelmacılı köyünden Kara Seyit, Topçu köyünden Veysel “Kahriman” ile sargı yerinde buluştular.
Topçulu Veysel topuğundan yaralanmış, Kara Seyit bacağından, Halil Efendi ise kolundan yaralanmışlardı. Gülcemal Gemisi ile İstanbul’a sevk edildiler. Yaraları iyileşir iyileşmez, Ramazan ayının ilk günü tekrar cepheye sevk edildiler.
Molla Halil’in geride kalan ailesi sıkıntı içindeydi. O yaz kimse hasat yapamadığı için “imam hakkı” olan erzaklarını köylüden alamamışlardı. Köyün sığır çobanının da askere alınması sebebiyle köylünün hayvanları başıboş kalmış, Molla Halil’in çocukları geçimlerini temin için köyün sığırını gütmeyi kabul etmişlerdi. Köyün imamlığını alan Salih Hoca, Halil Efendiye yaptıkları yetmezmiş gibi şimdi de çocuklarıyla uğraşıyor, sığıra katmadığı eşeğinin hesabını Ümmügülsüm hanıma soruyor, “Eşeğim kayboldu!” diyerek fukaralara diyet ödetmeye çalışıyordu.
 Eşeğin bedeli olarak da evlerinin damındaki ardıç hezenleri istedi. Ümmügülsüm hanım, hiç baş eğmedi Molla Salih’e “Buyur, istediğin gibi yık al hezenleri ama bu yetimlerin hakkını Allah bir gün sorar.” dedi.
Tüm köylü Salih Hocanın bunu yapmayacağını zannediyordu. O ise hiç tereddüt etmeden eline aldığı kazma ile damı uçurdu ve istediği hezenleri aldı. sonra da kendisine köy odası yaptı.
Günlerden bir gün, Salih Hoca, bir arkadaşıyla birlikte eşeklerine binmiş, Yerköy’e doğru yol alıyorlardı. Hoca, arkadaşına dönerek; “Yahu, bu topraklar İngiliz’e de yeter, Rus’a da. Ne diye savaşıp milletin çoluğunu çocuğunu kırdırıyorlar?” diye söylendi.
Molla Halil, cepheye gittikden sonra dünyaya gelen küçük kızı beş yaşına basmıştı. Hiç ümidini yitirmeyen Ümmügülsüm Hanım, ne zaman kapı çalsa, eşi geldi sanıyordu. Beş yıl hep bu umutla yaşadı.
Yine bir yaz mevsimi idi. köye gelen askerler milleti heyecanlandırmıştı. Herkes “yine bir askerin künyesi geldi” diye düşünüyorlardı. Askerler, köy muhtarı olmadığından imamı sordular.
Salih Hoca, askerlere; “Köyün imamı benim.” dedi. Askerler, getirdiği zarfı hocaya teslim edip; “İçerisinde adları yazılı olanlar yarın şubede olacak.” diye tembihlediler.
Gelen listede Halil Efendinin büyük oğlu İlyas da vardı. İlyas, babasının dönmesini beklerken şimdi kendisi asker olmuştu.
Batı Cephesinde, süvari birliğinde yer almış, geri hizmette olduğundan hiç çatışmaya girmemişti. Savaş bittiğinde birliğinin bağlı bulunduğu İzmir, Menemen’den Yozgat’a nakledildi. Tüm cephelerde savaş bitmişti. İlyas, bir taraftan annesini ve kardeşlerini düşünüyor, bir yandan da “Acaba babam da döndü mü?” diye merak ediyordu.
Hem Ümmügülsüm Hanım hem de çocukları umutla beklediler, yüreklerinde kocaman bir hüzün, biraz da korkuyla. Kimse Molla Halil’in akıbetini bilmiyordu. Ta ki İşleğen köyünden İsmail çavuşun anlattıkları duyuluncaya kadar. İşleğen köyünde konuşulan Halil efendinin Şahadet hikâyesi Yortan köyüne ulaşmıştı. Ümmügülsüm hanım, yanına oğlunu alarak doğru İşleğen köyüne gitti. Kocası Molla Halil’in hikayesini gözyaşları içinde dinledi.
İsmail Çavuş’un anlattığına göre Molla Halil, Sahurluk erzak getirmek için Gelibolu’dan Çanakkale’ye geçerken motorlu kayığına isabet eden düşman torpidosu kayığının su almasına sebep oluyor. Yüzmeyi bilmediği için şehit olacağını anlayıp yedi düvel düşmana inat, burasının Türk ve Müslüman toprağı olduğunu haykırırcasına, o güzel sesi ile son bir sabah ezanı okuyor.
Gecenin sessizliğinde yankılanan bu ses, kıyıdaki arkadaşlarıyla helalleşerek son bulmuştu. Molla Halil, Çanakkale de özlediği şahadete ermiş, denize gark olduğundan künyesi gelmemişti.
Ümmügülsüm hanım acısını yüreğine gömerek teselliyi Yozgat’ta askerlik yapan oğlu İlyas’ın ziyaretine gitmekte buldu. Evde birazcık kalbur altı buğday vardı, onu güzelce kavurdu, döverek “gavut” yaptı. “İlyas’ım çok sever.” dedi
Babasının şahadet haberini duyduğunda pek şaşırmadı. İlyas. Sıcak harbe girmese de cephelerde yaşananlardan haberdardı. Allah Molla Halil Efendinin dileğini kabul etmiş, şehitlik mertebesini nasip etmişti.
O büyük kahraman denize gark olsa da rahmet okuyanları hep var olacaktır. Bizleri de onların şefaatine nail eylesin inşallah.