SON günlerde, televizyon programlarında, sosyal ağ yayınlarda yapılan yorumlarda, gazete ve dergilerde yayımlanan yazılarda bozulan Türkçe konusuna sıkça vurgu yapılıyor.
Özellikle 10-15 yıldır, alışılagelmişin dışında bir hızla, başta basın yayın organları olmak üzere yaşamımızın her alanında hepiniz mutlaka tanık olmuşsunuzdur, Türkçe’miz bozuluyor. Bozulmadan öte kirleniyor. Cadde ve sokak isimlerinden, şirket isimlerine, kafeler ve restoranlardan reklam levhalarına, romanlardan, ders kitaplarına kadar…
Atatürk dönemi hariç, bizden önceki kuşaklar da dâhil olmak üzere bizim kuşaklar, Türkçe’mize özen göstermedi. Hâlâ da gösterilmiyor.
Mustafa Kemal Atatürk, “Bir milletin tabi hudutları dağlar ve ırmaklar değildir. İstinat ettiği milletin lisanı ve dini sınırlarıdır.” diyor.
Büyük önder, “Milliyetin en belirgin niteliklerinden biri dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir kişi Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse, buna inanmak doğru olmaz.” şeklinde değerlendirme yapmış ve Türkçeye verdiği önem nedeniyle Türk Dil Kurumunu kurmuştur. Atatürk’ün bu sözlerinden, eğer dilimizi kaybedersek ulus olarak benliğimizi de yitiririz, anlamını ve bu anlamın altında yatan derin hakikati ve sonuçlarını çıkarabiliriz.
Ancak suçlu aramakta üstümüze yoktur. Suçlamak en kolayıdır. Dilimizin bozulmasının nedenlerini derinlemesine incelemek ve bunun üzerine gitmek gerekir. Tabii kendimize de pay çıkarırsak daha doğru bir yaklaşım sergilemiş oluruz.
Bence dilimizin bozulmasında en büyük pay sahibi başta siyasiler olmak üzere toplumuzun bütün kesimleridir. Burada bir noktayı daha vurgulamam gerekiyor. Bu bozulmanın eğitimcilerimizle olan ilgisi de önemli. Öğretmenlerimizin, hangi branştan olursa olsun, Türkçeyi doğru kullanma konusunda yetkin olmaları ve bunu öğrencilerine de yansıtmaları gerekiyor. Üniversitelerimizde akademisyenlerin yayınlarını yabancı dilde yapmaları vb. durumlar da bu konuyla ilgili değerlendirilebilir.
Peki, bizim hatamız nerede? Medyanın Türkçe sözcükler yerine, yabancı sözcükler kullanmasını normal karşıladık. Sanayici ve esnaflarımızı, yabancı sözcüklerden oluşan şirket isimleri için kutladık. Hatta başbakanımızın bir dakika yerine “van minüt (One Minute)” söylemi televizyonlarda yıllarca yayınlandı. Çocuklarımıza yabancı dil konusunda gösterdiğimiz çabamızı Türkçe eğitimi için göstermedik. Sonunda, kültürel yozlaşmanın eşiğine gelen Türkçe’miz yabancı kültürlerin altında ezildi. Hatta kirlendi. Aksini savunanlar buna “değişim” diyecektir. Hiç kimse değişime karşı değildir. Değişim uğruna güzel Türkçe’mizin yabancı sözcüklerin komik, bir o kadar da kabul edilemez etkisi altında kalması üzücüdür. Sonuçta, Türkçemiz bozulmakta ve bozulmaya devam etmektedir.
Bundan sonra ne yapılabilir? Türkçe için varoluş savaşı verilmeli midir? Yoksa teslimiyet bayrağı çekilmeli midir? Özellikle Türkçenin yetersiz kaldığı, finans, hukuk, teknik ve tıbbi sözcüklere dil bilimcilerimiz hızla uyum sağlayacak sözcükleri üretmelidir. Sık sık dil kurultayları toplanmalı, eksiklikler tespit edilerek uygulamaya konulmalıdır.
Toplumun tüm kesimlerinde “Türkçe’siz bir hayat düşünemiyoruz.” sözü slogan hâline getirilmeli ve bu düşünce ile hareket edilmelidir. Özellikle üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları bu yönde çaba sarf etmelidir. Gençlerimizi teşvik etmek amacıyla Yozgat merkezde ve ilçelerimizde, Millî Eğitim Müdürlüğümüz tarafından tüm öğrencilere güzel Türkçe yazma ve okuma yarışmaları düzenlemeli ve başarılı bulunanlar ödüllendirilmelidir.