BELKİ DE yaşam, en kısrak tayların delice koştuğu çimenlere uzanırken, sevgiliyi özleyen bağrı yanık bir delikanlının dudaklarına düşmektir. Çeşme başında su testisini dolduran alnı yazmalı bir gelinin, sevgiliden aldığı mektubu dudaklarını ıslatarak okumasında gizlidir. Umudun haresini alevlendirirken zaman, en bilinmeze yelken açmalı. Ve bir büyücüden almalı en çelimsiz haberi. Gemiler geçmeli peşi sıra karanlıklar şehrinden el sallayarak. Belki de yaşam, karanlıklar şehrinin bittiği yerde elinde fenerle bekleyen bir çocuğun soluklarında gizlidir. 
Kuşlar ülkesinden bir ses gelmeli, bütün acımasız taş yürekli avcılara inat. Tüfeklerinden çıkan insafsız kurşunlara siper olurken toz bulutları, kavak ağaçlarının yaprak hışırtıları arasında kulaklarını tıkamaz elbette yeryüzünün tırtılları. Timsahların çenelerinden sızan bilmem hangi masum hayvanın kanını, diliyle yalamasında gizlenmiştir belki de yaşam… 
Omuzları düşmüş bir emekçinin akşam yorgunluğunu üzerinde taşımasıydı belki de yaşam…  Pencere kenarında bekleyen küçük kız çocuğunun sevincini, babasının sol ceket cebinde getireceği kara, belki mavi, belki kahverengi belki de yeşile çalan güzel gözlü oyuncak bebeğin saçlarının uçlarına saklanmasıydı.
Sabahın alacasında düşerken yere çiğ tanesi kırağılar, gülümsemeli bir güvercin kanadında… Gözlerinin en irisine gitmeli kadın, üzüm karası gözlerinin… Özlem duymalı, hayal etmeli, bir baş dönmesi kıvamında, eğreti bir zaman dilimi tazeliğinde yaşlanmalı tüm arzuları koynuna bastırarak… Kırlangıç vadisinden kırmızıya çalan eteğini koşturan kıvırcık saçlı sevdalının etek uçlarına takılmalı bir diken misali yaşam… Eprimiş zamanların kökleştirdiği hatıralara tutunurken, gizemli bir yol yürümekti kimselere görünmeden sevgiliye. Evlerin aralıklarından süzülerek gitmek yasak sevdalarla günahın en koyu koynuna… 
Yalın ayak, sıcak asfaltta yürüyen çelimsiz bir çingene çocuğunun bağrına bastırdığı sıcak ekmek buğusunda ve kokusunda tütmeli belki de yaşam. Işıksız, aydınlık sız ve karanlık yollarda yol almak amansız ve apansız düşerken akla… Belki de tutsak kalmaktır gecenin bir yarısında, karanlık saklarken tüm gizleri, sevgilinin bağrında… Uyandıktan sonra sarhoşluğun en tabii haliyle kirpiklerin altından gülümsemek tutkulu bir sıcaklığa… 
Kaldırım taşlarında, sıcak bir asfaltta ayakkabılarını takırdatarak yürüyen ince bir kadının göğüslerinde büyüyor en tabi şehvetle, tüm yasak elmaları dişlemenin hevesiyle… Dur durak bilmeyen, gizem dolu hırslar vadisinde saklanan arzulu hislere tutunmuştur belki de yaşam… 
Gizemli bir düşleyiş olmalı zaman aralığı, mevsimsiz gelen gönül misafirine kapı aralamak tadında olmalı. Sahici sevdalara yelken açan çocuksu düşlere uyanmanın düşlerini kurmalı. Sahte gülümsemelere kanan masum bir kalbe, gönül hırsızının, açık kapı aralığı dururken adeta duvara çivilenmiş kapalı pencereden içeriye inadına girmesidir belki de yaşam… 
Bir göz kırpması uzaklığında…
Bir adım mesafesi aralığında…
Bir yol tutulması tadında…
Gitmek ve kalmak arasında sıkışmaktır belki de yaşam… 
Bir sonbahar mevsiminde önce kırmızılaşan sonra sararmaya yüz tutan ağaçların budaklarına tutunmalı yaşam, bir tırtıl misali sarınarak… Yağacak sonbahar yağmurlarının arkasına saklanan bir güz serinliğine tutunan tarla kuşlarının kanatlarında saklanmıştır. Saklı bahçenin içerisinde kimseler görmesin diye kocaman omuzlu, gür bıyıklı, geniş adımlı ve uzun çeneli bir bahçıvanın iri parmaklarının arasında tuttuğu çapanın ucuna sinmiştir korkuyla titreyerek… 
İki tarafı vişne ağaçlarıyla çevrili, uzun uzadıya uzanan toprak bir yolda yürümek... Kollarını iki yana açmak ve gülümsemek sabahın aydınlığına. Kerpiç damlar arasında, çeşme başından yokuş aşağı süzülen iki eli su testili bir gelinin kirpiklerinden tozlu toprağa düşmektir…  Dere kenarında soluklanmak ve başını Selvi ağacının gövdesine yaslayarak iç çekmek… Ve belki de avuçlarına doldurduğu umut haresini vişne ağaçlarının sarındığı kırmızı toprağa sunmaktır yaşam…   
Taze bir düşte, düşlemek ve düşmek arasında gidip gelen bir sevgilinin çatlamış dudaklarından dökülen sözcüklerin arasında boğulmaktır.  Vahşi bir hayvanın dişlerinin arasından kurtarılmışlığı bekleyen bir ceylanın umutsuzca etrafına bakınmasıdır belki de yaşam… 
Kirpiklerin ucundan kayıp düşmemek, sarınmak umuda, vazgeçmek tüm kirlenmiş duygulardan ve vazgeçmemek sadeliği en samimi hisleriyle sunan körpe sevdalardan…  Gizli bir giz olmaktır, bilinmez zaman dilimlerinde örselenen yaşam sırlarına. Yüksek bir taşın üzerine çıkan köy tellalı gibi haykırmak avazı çıktığı kadar: “Eeyy dudaklarımda biriktirdiğim yaşam iksiri! Seni doyasıya içmek isterim tüm tutsaklıklardan kurtulup, özgürlük vadisinde alabildiğine soluklanarak...” 
Körpe bir kuzunun dudaklarını yapıştırmasında gizlidir anasının meme uçlarına belki de yaşam. İçmek doyasıya, zamansız zaman dilimlerinde, gün batımlarında sürgün ülkelerine gönderilen güneşin ziyasında gizlenmektir.
Bir temmuz ikindisinde, yağmur damlasının arkasına saklanan gökkuşağının, kendi yedi rengine sarınmasıydı. Aynı gökkuşağının altında çiğdem toplayan dudak uçları sümüklü köy çocuklarının ellerindeki tahta çubuklara tutunmaktı belki de yaşam… 
Buğulu camlara yapışan, evlerin damlarında biriken, yüksek bina kiremitlerinin arasından süzülen, hayta bir çocuğun koşan ayaklarından sıçrayan, bir akşamüzeri sahil kenarında iki aşığın önce alınlarından süzülen sonra dudaklarında birleşen, kocaman bir yaprağın ucunda düşmemek için inandığı yüce varlığa yalvaran yağmur tanesinin ıslaklığında saklıdır belki de yaşam…  
Dipsiz bir kuyunun kenarında bakracını öylece sallayan çaresiz bir bedevinin parmak uçlarına biriken ızdırap, gözlerindeki yorgunluk, dizlerindeki titreme, dudaklarındaki kuruluk… Belki de yaşamak, koptum kopacağım derecesindeki ipin ucuna bağlı bakracını dipsiz kuyuya ya varsa ya yoksa umuduyla bırakmanın arasındaki gelgitlerde saklıdır…
“Hayat, yaşantı aramak değil, kendimizi aramaktır” der Cesare pavese. 
Kendimizi aramak, köhnemiş zaman dilimlerinde umarsızca gitmek ve bir çemberin yanında peşi sıra koşan çelimsiz bir çocuğun düşlerinde gizlenmek belki de yaşam…