Bir koyu karanlığın içerisinde debelenen, çıkmak için çırpınan, gözlerimizi kısarak bir ışık arayan mahkumları andırıyoruz içimizde büyüttüğümüz ihtiraslarımız ve bunun üzerinde bir küheylan gibi, kollarını iki yana açmış bir ayağını kurbanının üzerine koymuş, bir elini beline dayamış gurur abidesi bir insanı andıran kıskançlığımızı koymuşuz üzerimize.
Aşkın sarhoşluğuna, baş döndürücü büyüsüne, etrafında pervane gibi döndüren cazibesine kapıldığımızda ihtiraslarımız ve kıskançlık krizlerimiz pencereden hızla giren bir hırsızı andırır.
Aşkın dayanılmaz cazibesine kapıldığımızda, peşinden bir yaprak gibi sürüklenerek gittiğimizde ya da bir tepeden koca bir taş yığını gibi devrildiğimizde yakamızdan bir insan eli gibi tutan ihtiraslarımız bizi sarsar ve sendeletir.
Aşık olmayan bir insan gördünüz mü hiç etrafınızda?
Hayatı boyunca aşık olmadığını iddia eden, aşkı küçümsen, aşkın gücüne ve kudretine inanmayan bir insana rastladınız mı?
Rastlamamışsınızdır.
Her insan hayatında en az bir kez karşı cinsine karşı baş dönmeleri kıvamında, mide krampları bazında bir hisset kapılır. Yanından geçerken defalarca dönüp dönüp bakar. Sakak köşelerinde, cadde başlarında bekler. Göz göze gelmek için yapmayacağı, katlanmayacağı hal ve durum yoktur. Göz göze geldiğinde de gözlerini hafiften kaçırır. Soğuk soğuk terler. Derin derin of çeker. Bu aşktır esasında.
Her insan yaşamı boyunca en bir kez baş ağrısına tutulur gibi tutulu verir.
Kapıdan süzülen bir rüzgar andırır aşk ne zaman içeri gireceğini bilemeyiz. Aniden olur her şey. Bir parmak şaklaması, bir gök gürlemesi, bir yağmurun aniden bastırması hız aralığında bulur bizi.
Körleşiriz birden. Etrafımızdaki olup bitenlerden bihaber oluruz. Hiçbir sesi işitmez kulaklarımız.
Nefesimizin kesildiğini hissederiz ara sıra. Aşkın büyüsüne kapılmanın derin hazzını ve zevkini iliklerimize kadar yaşarken bir yandan da bir kuşun kapısı açık kafesinden aniden dışarıya fırlaması şeklinde bir korku hissederiz şakaklarımızda. Aşkı yitirme ve kaybetme korkusu.
İnsan aslında iki denklem üzerine hayatını bina eder. Bulmak ve kaybetmek. Aşkı bulduğumuzda hemen peşi sıra kaybetme korkusu sarar benliğimizi. İkisi de kendi içerisinde derin hazlar ve acılar taşır. Bu korkuyu tetikleyen en büyük nedenlerden birisi de aşırıya kaçan ihtiraslarımızdır.
İhtiraslarımıza yenildiğimizde korkularımız devreye girer ve bir binayı saran duman gibi sarar bütün hissi duygularımızı.
Bir kurşun yarası şiddetinde sızlatır bazen içimizi aşk.
Ateşin etrafında dönen sonra da ateşin cazibesine kapılarak kendisini ateşin içerisine bırakan ateş böceklerini andırır halimiz. Bir pervaneyi anımsatırız ve sevdiğimiz, tutulduğumuz, büyüsüne kapıldığımız aşkın etrafında döndükçe döneriz.
Aşk, bizi çeker bazen karanlık bazen de aydınlık olan kuytularına.
Aşk ile ihtiras arasındaki bağı nasıl tanımlayabilirsiniz?
İhtirasın kurbanı olmak aynı zamanda aşkında kurbanı olmak mıdır?
Aşk mı ihtirası, ihtiras mı aşkı peşinden sürükler?
Aşırı ihtiras yüklü olmak aşktan fazlaca uzaklaşmak mıdır?
Aslında ben ihtirasın aşkı öldürdüğüne, aşkı çürüttüğüne, aşkı azar azar bitirdiğine, güneşin kavurucu ışıklarının bir güle dokunarak ağır ağır yakıp kavurmasındaki hali gibi aşkında eridiğine solduğuna inananlardanım.
Aşk ne kadar değerli, kutsal, ellerimizde taşıdığımız çiçekler gibi, gözümüzdeki mercek gibi, dilimizdeki sevgilinin ismini fısıldamak gibi değerli ise, ihtirasta tam zıttı aşkı yok eden, bir kılıç gibi aşkın başını kopartan bir cellattır.
İhtiraslarımız, aşkın kalbine keskin bir bıçak saplayan insafsız, gözü kararmış, cani bir katil, vurdum duymaz, aldırışsız, hep kaçakları oynayan iki yüzlü sahtekar bir insanı andırır.
Aşk ile ihtiras bir bahçenin karşılıklı birbirine bakan, dalları dallarına değen, esen bir rüzgarda birbirlerinin üzerine evrilen iki ağaç gibi duruyorlar.
Aşk, ihtirasın kalıbına, döngüsüne girdiği zaman kendi özünü, benliğini, kutsallığını kaybediyor.
İhtiras aşkı kendi içerisinde yok ediyor.
Kör olan, kulakları sağırlaşan, hiçbir şey hissetmeyen uyuşmuş bir teni andırır aşk, ihtirası bünyesine aldığında.
Hiçbir kir, leke götürmeyen, beyaz bir kağıt sayfasını andıran aşkın yüzeyine simsiyah bir is karası gibi düşüverir ihtiraslarımız.
Biz insan oğlu olarak hep en iyiyi, ulaşılması en güç olsa da ulaştığımızda alacağımız hazzın ve zevkin bizi mest etmesindeki doyumsuzluğu andıran tadı, bir şeyin en mükemmelini isteriz. Aşkında öyle.
Aşkta mükemmelliği ararız. Hiçbir eksiği olmayan, hiçbir noksanı bulunmayan, yüzeyinde yamaları ve kırıkları var olmayan bir aşkı bulmak isteriz. Ve onu bulmak için çeşitli zorluklara, önümüze çıkan engellere katlanır ve onları aşmaya çalışırız. Acılar çekeriz. Baş dönmelerimiz olur. Bir doğum sancısını andıran kıvranmaları yaşarız. Mükemmel aşkı bulmak için Hep mükemmeliyetçiyizdir aşk konusunda.
Bir arının en iyi çiçeği aramasındaki içgüdüsel istek gibiyizdir. Su arkının yanı başında yeşeren bembeyaz bir çiçeğin yapraklarına konan rengarenk bir kelebeği andırırız. Bulduğumuzda etrafından hiç ayrımayız. Sürekli dönüp dururuz bir pervaneyi andıran hissimizle.
Neden insan mükemmel bir aşkı bulduğunda onu sahiplenme, benimseme, özümseme içgüdüleriyle hareket ederek ihtiraslarına yem eder ki?
Bir kafese hapseder gibi kendi benliğine altığı aşka nefes aldırmaz da üzerine titrediğini, önemsediğini zannederek aşkın kendi içerisinde sönüp gitmesine, yok olup bitmesine neden olur.
Bir odaya hapsedilen canlıyı andırır ihtirasın bünyesine giren aşk.
Aşk ile ihtirasın birbirine taban tabana zıt iki kutup gibi durduğunu düşünmez insan?
Aşk kanatlanıp uçmak isteyen, özgürlüğü mavi gökyüzünde bulan kırlangıçları andırır. İhtiraslarımız ise namludan çıkan bir kurşundur. Kanatlarından yaralar hep onu.
İhtiras, aşkın hep karşısında duran zehirli bir yılandır. Zehrini ne zaman akıtacağını bilemeyiz. Aşk masum olduğu kadar, ihtiraslarımızda o denli canidir.
Aşkı, ihtiraslarına kurban veren insanlar buluruz hep etrafımızda. Aşırılığa kaçmak insanın kendi doğasında var olan duygudur. Etrafımızda bulunan, bizlere ait olduğunu düşündüğümüz insanları sahiplenmek, onları önemsemek, kendimizden bir parça gibi görmek tabii bünyemizde, hislerimizde, duygu dünyamızda var olan düş iklimlerimizdir.
Bu sahiplenme ve benimseme hissi ihtirasa doğru yol aldığında bünyeye giren bir ur gibi bizi çepeçevre sarar ve yavaş yavaş kaybetme korkusuyla yüzleştirir. Bu kaybetme korkusu ihtirasa kapı aralar.
İçerisinde büyüttüğü kocaman bir dev haline getirdiği ihtirası küçücük bir iğne ucunu gözüne yaklaştırıp bir dağ haline getiren insana dönüşüyoruz. İhtiraslarımızı biz kendimiz şekillendiriyor ve zihnimizin geniş kıvrımlarında büyüttükçe büyütüyoruz.
İhtiraslar aşkı küçülttükçe küçültür. Yok eder onu. Avuçlarımızda güneşi gördüğünde eriyiveren kar topuna dönüştürür besleyip büyüttüğümüz ihtiraslarımız.
İhtiraslar, elma kurdunu andırır. Elmanın içerisine girip saklanan, içten içe elmanın özünü kemiren kurtlar gibidir içimizde sakladığımız ihtiraslarımız.
İhtiraslarının peşinden koşan, ihtirasın acıtıcı, zehirleyici büyüsüne kapılan, çerçevesinden bir türlü çıkamayan veya çıkmak için hiçbir gayret sarf etmeyen insan, aşkın tadını alamaz. Aşka tutulduğu, aşkın cazibesine, sevecenliğine, içtenliğine sarıldığını zanneder ancak ihtirasları daima onu dönen bir kapının dışarı atması gibi fırlatıverir.
İhtiraslarına kapılan bir insan aşkın aydınlık, ferah, berrak yüzünü göremez. Güneşe bakan sonra da gözlerini ovuşturan ahmak bir insanı andırır aşık olup ihtirasına yenilen insan.
İhtiras bir odaya giren rutubet gibidir. Bütün güzel düşleri, hülyaları, arzuları, istekleri, hazları, zevkleri yıpratır atar. Aşkın bütün büyüsünü bozar.
Her insan biraz tutkulu, biraz istekli, biraz arzuludur.
Bu insanın doğasında var olan hisler ve duygulardır.
İnsani bir durumdur.
Güzel bir kadın gördüğümüzde tutkularımız, arzularımız, isteklerimiz canlanıverir. Hazlarımız kıpırdar saklandığı yerlerden. Yeniden dirilen, canlanan, yere düşen bir dövüşçünün gözlerini ovuşturarak yeniden ayağa kalkmasındaki inanılmaz duyumsama hisleri uyanır.
Bu istekler, tutkular, arzular, dört nala giden bir ata dönüşür ve insan ihtirasına yenik düşerse çelme takılan bir çocuk gibi yere yüzü koyun kapaklanır.
İhtiraslarımız bizim bünyemizde aslında var olan ve hep varlığını sürdürecek olan duygularımızdır.
İhtiraslarımızı bizler kamçılar ve büyütürüz. Üzerine gittikçe, titredikçe, hırsımızı bir tuz gibi üzerine serpiştirdikçe köklerine sürekli su dökülmüş filizler gibi canlandıkça canlanır ve büyür.
Aşkın masum, sevecen, berrak, duru, her türlü kirden arınmış, hiçbir leke kabul etmeyen yüzeyine siyah bir gece gibi düşüverir ihtiraslarımız.