Siz hiç birisine karşı nefret hisleri beslediniz mi?
Nefret duyguları yüklediğiniz, nefret hamuruyla yoğurduğunuz, nefret gölüne daldırdığınız, nefret çamuruna buladığınız his ve duygularınızı nasıl bir insanda birleştirdiniz?
Ve sonra bütün bu nefret hislerinizi birleştirdiğiniz aynı kişiye aşık oldunuz mu?
Kalbinizin iki yanına hem aşkı hem nefreti aynı insan için birleştirdiniz mi? Nefret yüklü duygularınızın yanına nasıl oluyor da aşk kelimesini kondurabiliyorsunuz?
Can alıcı soru şu olsa gerek, nefret ettiğiniz kişiye aşık olmak nasıl bir duygu?
Aşk ile nefret birbirine taban tabana ne kadar da zıt duygu ve düşünceler. Nefret, yüklendiği his, duygu yumağı, düşünce ikliminde oluşturduğu karmaşa ve kaos, kalp ve ruhta meydana getirdiği çöküntü ve yıkımı ifade etmesinin yanı sıra kulağa geliş itibariyle bile kaba bir kelime.
Aşk, naif, ince ruhlu bir insan tipi, kibar ve zarif bir dilberin köşe başından salınmasını andıran zarafeti, kulağa dokunduğu anda ipeksi bir yumuşaklık uyandırmasından dolayı insanın kalbine ve ruhuna huzur veren, dinginlik uyandıran, bahar esintisi hissettiren bir kelimedir.
İdam ise onların adeta çapraz karşısında duran bir uçurumu andırıyor.
Karşı cinste karşılığı olmayan bir aşka tutulan insan kendisinin idama mahkum olan bir insandan veya intihara doğru sürüklenen birinden farkı var mıdır?
Sürekli acı çeken, her daim kanayan, canlı bir ceset gibi bir hayat yaşamaya kendisini mahkum eden bir insan nefret ile aşkın arasına bir set bir duvar koyamaz mı?
Aşk ile nefret uzaktan bakıldığında birbirlerine ne kadar da zıt bir duygu gibi duruyorlar.
Aşık olmak isteyen birisini sizce nefret ettiği birisine aşık ettiren his, duygu veya neden nedir?
Bir insan neden nefret ettiği birisine aşık olur?
Bu idama mahkum olan bir insanın sehpaya gülümseyerek gitmesi gibidir.
Nefret ettiği bir insanı en kutsalı saydığı kalbinin içerisine alacaktır.
Çıkmaz bir sokağa girmek gibidir nefret duygusunun yanına aşk hissini koymak. Hep gülümseyen birisinin yüzüne somurtkan bir ifade kondurmasıdır aşkla nefreti aynı kalpte birleştirmek. Temmuzun sıcağında üşümek, şubat karında ısınmaktır nefretle aşkı aynı çizgide buluşturmak.
İçerisinde karşı cinsine nefretten başka hiçbir şey hissetmeyen, kendisini aşka sürükleyecek, aşkın engin sularında kulaç attırmayacak, limanlarında gezdirmeyecek, kıyılarına ayak bastırmayacak bir
duygunun içerisinde olmayacak bir insana ileride nasıl oluyor da aşık olunuyor?
Bütün güzel hislerin olmamasının yanı sıra nefret duygusunu taşıyacak tohumlar ekilen bir kalp nasıl
olurda bu tohumların ekildiği birisine kendisini kaptırır, başını döndürür, aşk dediğimiz o enfes
duyguyu kalbine düşürür.
Hazın ve zevkin zirvesinde gezindiği, kıyılarında çıplak ayakla ıslak kumlarına dokunduğu aşk hissinin
yanına nefret iklimini soluklandırır.
Aşk, kadife ses tonuyla şarkılar mırıldanan zarif, güzel ve alımlı bir dilberi anımsatır. Nasıl ki karşınızda
böyle bir dilberin sahneye çıkıp şarkılar mırıldandığını, eteğini savurarak salındığını, saçlarını
dalgalandırarak sizi cazibesine aldığını düşünün.
Kalp denilen kutsal hazineye aşk denilen en büyük hazzın, zevkin, duygunun yanında nefret
tohumlarını ekersin.
Ya da nefret tohumlarını kalp denilen kutsal hazinenin içerisinde bulunan aşk denilen en kutsal hazzın
ve zevkin yanı başına bırakırsın.
İki zıtlık bir yerde aynı sayfada, aynı düzlemde, aynı kalıbın içerisinde bulunabilir mi?
Nefret mi aşkı doğurur, aşk mı nefreti beraberinde taşır?
Aşk mı nefreti peşi sıra sürükler, nefret mi içerisinde bir aşk filizlendirir?
Aşk mı nefretin içerisinden çıkar, nefret mi aşkın içerisinde tomurcuklanır?
Evet. Aşk var.
Nefret te var.
Bu iki duygu insanlığın var olduğundan bu yana yer yüzünde hep var olmuştur.
İnsan, hiç ummadığı bir zaman diliminde, beklemediği bir anda içerisinde nefret hamuru yoğurduğu, nefret hisleri beslediği, nefret tohumları yeşerttiği birisine aşık olabiliyor. Nefret denilen kötü bir duygunun yanında kadife ve ipeksi bir duyguyu yeşertebiliyor.
Nefretin köklerinden filizlenen aşk tomurcukları zamanla büyüdükçe, aynı kökten var olduğu nefret ağacını yakalayıp onu yarıştığı duygu düzleminde geride bırakabiliyor. İnsan nefret ettiği birisine zamanla hisler besliyor. Bu beslediği hisler ve duygular, içerisinde zamanla büyüdükçe büyüyor ve kocan bir ağaç haline gelebiliyor. Aşk denilen bu ağaç bulunduğu kalpte gittikçe kök salarak nefreti gölgesinde kaybediyor. Nefret, aşkın yanında ufalıp gidiyor. Aşk, nefreti bünyesine alarak küllenen bir ateş gibi üzerini kapatarak gün yüzüne çıkmasını engelleyebiliyor.
İnsan nefret ettiği birisine çok fazla aşkla bağlandığında aşkın ne kadar büyük olduğunu da hissedebiliyor. Aşkın ne kadar büyük manevi bir gücünün olduğunu anlayabiliyor. Aşkın, nefret denilen en kötü hissi bile içerisine alıp potasında erittiğine şahit olabiliyor. Nefret, aşkın içerisine girdiğinde adeta yok olup kayboluyor. Bu aşkın gücünün ve varlığının ne kadar büyük olduğunu gösterir. Aşk, nefreti bile içerisine alıp bünyesinde, bağrında barındıracak, eritecek, kendi kalıbında adeta soyutlaştıracak kadar yüce ve büyüktür.
Birbirine taban tabana zıt bu iki kutbun bir sinede barınması insan oğluna bahşedilmiş en büyük mucizedir. Yeryüzünde insan oğlundan başka hiçbir varlığa bahşedilmeyen ve verilmeyen bu iki duygunun aynı sinede birleşmesi, bir araya gelmesi insana bahşedilen en büyük ikramdır. Zira nefret aşkı doğurduğu, filizlendirdiği gibi, aşk ta nefreti bünyesinde barındırıyor, eritiyor ve kendi kalıbında kendisiyle bütünleştiriyor.
Birisinden nefret eden insanın nefret ettiği kişiye aşık olması aynı merdiveni çıkmak, aynı güzergahta ilerlemek, aynı ağacın altına oturup aynı gölgede gölgelenmek hissi vermez mi?
Aşk ve nefreti bir başka açıdan düşündüğünüzde aşkın saf, berrak, duru, temiz halinin nefretin bulanık, kirli, yosunlaşmış duygusuyla birleştiğinde ortaya hiçte kabul edilebilir, katlanılabilir bir durum olmadığı, olması gerekenden çok uzakta bir olgu olduğu ortaya çıkıyor.
Aşkın saflığı, nefretin bulanıklığı ile kirleniyor. Nefretin kirli suyu aşkın duru haline döküldüğünde aşkın özü olan berraklık ve şeffaflık birdenbire bulanıklaşıyor.
Aşk ile nefreti bir sinede barındıran bir insan aşkın o temiz, o saf, o duru, hiçbir varlığa, hiçbir eşyaya, hiçbir duygu ve düşünceye değişilmeyecek elmasları, zümrütleri, yakutları andıran değer biçilemeyen özüne ihanet etmiş sayılmaz mı?
Nefret ile aşkı aynı sinede buluşturmak, kalp sarayında çamurlu ayaklarla dolaşmak gibidir. Kalp, içerisinde çok değerli duyguların ve hislerin barındığı yüce ve kutsal bir saraydır. Bu sarayın en büyük konuğu, en değerli misafiri, en kıymetli varlığı, en önemsenen, yerini hiçbir duygunun alamadığı en önceliği aşktır.
İnsan neden doğasına zıt, doğasına ters düşen his ve duyguların peşi sıra koşar?
İnsanın nefret ettiği birisine aşk duyguları beslemesi bu iki hissin taban tabana birbirlerine zıt olmaları açısından insanın varoluşuna aykırı bir durumdur. İnsan nasıl oluyor da bu taban tabana zıt iki duyguyu aynı potada buluşturur gibi aynı yerde buluşturuyor.
Gülümsemeyle ağlamanın, şefkatle merhametsizliğin aynı yüzde birleşmesi gibidir nefretle aşkın aynı kalpte birleşmesi.
Neden insan varoluşuna ters olanlara meyleder ve hep o yöne doğru adım atar?
İnsanın nefret ettiği bir insana ilgi duyması, kalbini ona açması, ona doğru yüreğinden hislerin akması, adımlarını o yöne kaydırması doğası gereği midir?
Zaten insan olmanın varoluş kurallarından birisi midir?
Zehirli bir tomurcuğu andıran nefret kendi içerisinden panzehir kıvamında bir aşk tomurcuklandırır kalp denilen kutsal hazinede.
İnsan doğası gereği nefret duyguları beslediği bir insana kalp tarlasında aşk filizlendiriyorsa bu insanın kendi iradesi dışında oluşan bir olgudur.
Nefretin zahir anlamda bakıldığında aşk ile bağdaşır, bir araya gelir, yan yana durur, birlikte bir kalıbın içerisine sığar hali hiç yoktur.
Taban tabana zıt bu iki duygu nasıl oluyor da kalp denilen bir cevherin içerisinde buluşabiliyor?