Seher  vakti  deli  gönlüm  yine  coştu.
Nedenini  bilmediğim  o  yaşlar.
Neden  hep  akar  ha  akar...
Penceremin  demirlerine  konan  kuşlar.
Söyleyin beni yakıp  kavuran  birimi  var?.
Yoksa  boşunamı  kabarıp  coşuyorum?.
Yüreğimi  kavuran  ey  mazlum.
Bitir  çilemi  ferim  kalmadı.
Yada,  yada. Gel  yanıma  ne  olur.
Uzak  durma...
Çiçek  sulayalım  güller  derelim.
Sana,  karşı  dağlardan  mor  koyunların.
Ak  sütlerini  sunayım.
Kor ataşa gerek yok ben yandım, Yandım.
Ben  sana  sevdalıyım  “ya,hu”.
Bir orada bir burada  sevdamı  olurmuş?.
Yanımda  kalıpta  uzak  durma.
Tut  elimi  erişemesem  de.
Yalnız olmuyor gülüm yaz beni  oku  beni.
Bitir  sevdamı “ya,hu”  bittim  bitir  beni.
Sana  varmak  için  yanmak  lazımmış.
Yandım, kavruldum  vardır  beni.
O  güzelin  güllerini  derdir.
Yeter  artık  oyalama  beni...
Bu  gönlüm  senin  için  yansın  diyorum.
O da  gidiyor  onunla  bununla  eğleniyor.
Yoksa  bu  gönül  delimi  ne?.
Belki  de  aşkı  sevdayı  bilmiyor  bu?..
Çocuk  oldum  hep  yarım  kaldı.
Seni  aradım  o  götürdü.
Yaralı  kaldım  derman  olmadı.
Bozulmuş  bağımda  sarı  üzümler.
Kara  oldu  yaar  olmadı.
Gel  bana  ne  olur  yaar  ol;
Derman  ol,  yaren  ol.
Sessizlik  sevdamızı  yazalım.
Kanatlı  karınca  olup  uçalım...
Boğazımda  düğümlenen  düğümleri.
Çözen  güllerle.
Adını  hep  hasret, sevda,  aşk  diyelim. 

KALABALIKTAN çekiniyor, yalnızlıktan da sıkılıyordu. 
Güneş gökyüzünde gülümseyerek ışıklarını bir gül gibi oyun  oynayan  çocuklara  ikramda  bulunurken,  toprak  bağrında  beslediği  canlı  varlıklara;
-Haydi uyanın, sizlere emredilenleri… birer birer yerine getirin, diye sesleniyordu adeta.
Hamdi…  tekerlekli sandalyesinde  annesinden  yardım  istedi ve  küçük  oğlunu da  yanına  alarak;
-Dışarıda gelip geçenleri ve çocukların  oyunlarını  seyredeyim,  dedi. 
Yolun  kenarına  kendini  mıhladı. Kucağındaki oğlunu kollarıyla sararak, arada bir de yanağına parlayan yıldız öpücükleri çizerek;
-Oğlum, okula gidiyorsun. Artık kucağımda doldun taştın. Haydi, sen de git şu oyun oynayan çocukların  arasına karış, sen de oyunlar oyna,  dedi. 
Oğlu, babasının gözlerinden içeriye süzülerek mülayim bir ses tonuyla;
-Sen neden kalabalıktan, insanlardan kaçıyorsun? dedi.
Babasının  düşünen  beynini, konuşan  dilini  adeta  kilitledi. Gözlerinden  akan  yaşları  oğlundan  gizleyerek  terk edip giden hanımını düşünerek inledi:
-Neden gittin? Neden arıyorum ben seni?.. Bulamıyorum... diye içten içe mırıldandı.
Karşıdan genç, güzel bir bayan geliyordu.
-İşte geliyor! Geleceğini biliyordum,  dedi.
Yoldan  geçen  o bayana  elini  uzattı:
-Haydi  gel,  evimize  gidelim, diyecekti ki, güzel  hanım,  Hamdi’nin uzanan  eline  bir miktar  para  tutuşturdu. Kucağında  uyuyan  oğlunun da  yanaklarına  birer  gül  bırakarak  süzülüp  gitti.
-Yine terk etti. Hani gitmeyecektin? Giderken neden güldün?... diye bulutlar üzerinden onun için yanan yürekleri seyre daldı. 
Yeni  yılını  doldurmuş  bir  çocukla  annesi  geldi. 
-Sonunda geldin. Biliyordum geleceğini. Gel yaslan böğrüme, yanan yüreğim  sönsün. Yine sana sevda türküleri söyleyeyim. İstersen  bulutların  arasından  süzülen  ayı, yıldızları  anlatayım. Yeter ki  sevdamı  terk etme... diyerek  yarım  yamalak  yürüyen  çocuğa  gülücükler  atıp,  elini  uzattı.
 Küçük  çocuğun  anası  koşarak  çocuğunun  elinden  tutarak  tebessüm  gülleri  dağıttı. Çocuğuna:
-Bak  yavrum  sakat!...  amca, dedi.  İnleyen  yüreği  ses  vermeye  başladı:
-Renkli  kanatlarıyla  uçuşan  kelebekler... Gecenin  yarısında  melodi  besteleri  yapan  cır, cır  böcekleri...
Göz  kapaklarından  taşarak  akan  yağmur  taneleri... 
-Yanan  yürekleri  söndürün.  Söndürün  ama  sahte  gülücükler  atarak, “Sakat!”  deyip  gönülleri  incitmeyin... 
-Küçük  karıncalar!... Boyunuzdan  büyük  hediyelerinizle  yine  gelin. 
-Bal  yapan  arılar!...  Kirletilen  kalplere  yine  şifa  balları  getirin. Temizlensin, şifa  bulsun. 
Güllerle, çiçeklerle  süslensin. 
Sevgi  tomurcukları  yine  yeşersin. 
-Çünkü...  Dağa, taşa  sığmayan  O!...  geliyor. 
Güller  serin  yollara... 
-Ebem  kuşağı!... Ne  duruyorsun?.
Haydi  renk  cümbüşünü  oluştur!
-Güzel  kokular!...Yeni  doğmuş  bebek  kokun,  emek  kokun,  ter, toprak  kokun!... diyerek gönül  sancılarına  ve  sevdiğinin  hışmına  uğradı.
Uzaklardan  sesler  yankılanarak seher  yelleriyle  esti. 
-Bu  kafayı  yedi.
 Fazla  yaşamaz... 
Seni terk  edene  bu  kadar  yanılmaz ki.
Deli!... misin  nesin?... diye  cömertçe  söz  uçurtması  uçurdular.
Selam ve dua’larımla.