Abi… Bana bir  bisiklet al, kötü olsun. Frenleri, zili neyi  olmasa da olur. Hem ben bisikleti ayaklarımı yerde  sürüyerek durdururum, dedi. 
Abisinin gözlerine bakarak kulaklarını da abisinin vereceği cevaba kilitledi.   
Marangoz olan Çırak… Kardeşinin  bakışlarından ezilerek  evin ön penceresinden dışarıda oradan oraya uçuşarak aç karnını doyurmakta olan serçeleri seyre daldı.   
Ölen babasını hatırlayıp önce dualarını Fatihalarla süsleyerek, küçük kuşlar yaparak dışarıda uçuşan kuşların yanına  saldı: 
-Baba, sen olsan bu küçük sarı Şener’ ine, ne cevap verirdin?diye aklından geçirdi. 
Daha sonra hemen arkasında abisinden alacağı cevabı bekleyen kardeşine dönerek: 
-Bisiklet için çok para lazım, dedi. 
Kardeşi Şener… Hızla dışarıya fırladı. Annesi Şener’i kastederek: 
-Bu yine neye küstü? Koşarak dışarıya çıktı, dedi. 
Çırak, annesine cevap vermedi.  
Sessizce Rabb’ine yalvararak: 
-Sen neylersen güzel eylersin. Bizlere,  bizim gibi zorda kalanlara yardım et, diye  duayla hüzün yelleri estirdi. 
Çırak, diğer kız kardeşi Meliş’le ilgilendi.  
Siyah saçlarını tarıyordu. Şener, hızla içeri girdi. Gözlerinden evin içine sevinç yıldızları saçarak iki avucuyla tuttuğu bozuk demir paraları abisinin ellerine koydu ve: 
-Bisiklet için çok para, diyordun.   
Günlerdir biriktirdiğim parayı bakkalda bozdurdum.   
Bak şimdi çok paramız oldu. Haydi, bana bisiklet al. Ne olur abi... Diye mazlumluk sellerini coşturdu. 
Abisi paraları cebine koyarak dışarıya  süzülerek çıktı. Gözyaşlarını yüreğine akıtarak: 
-Nasıl yok diyeceğim? Bana verdiğin bu para bir avuç şekere bile etmez.  Bunun bir yolu bir çıkışı olmalı... Diye  mırıldandı. 
Hafta sonu tatili bitmiş, mesai saatlerinde harıl harıl çalışıyordu. 
Çırak, ustalarının öğlen yemeklerini getirdi.  
 Kendi de aç karnını doyurmak için  bakkala gitti.   
Yarım ekmek, biraz da tahin helvası alarak ekmeğinin arasına koydu.   
Daha önce tanıştığı arkadaşlarının yanına vardı elindeki öğle yemeğini dökmeden. Ağır ağır yiyor, bir taraftan da: 
-Kardeşim bisiklet istiyor. Ben ona yok diyemedim. 
Hem olur desem de, o kadar parayı ben nerden bulurum? diye  arkadaşlarına dert yandı.  
 Arkadaşlarından birisi işaret parmağıyla uzakları göstererek: 
-Şu karşı mahallede boş bir arsa var.  Orada yaşlı bir amca, eski bir kaç tane  bisiklet getiriyor, bir saatliğine parasıyla  kiralıyorsun. Sen de kardeşini oraya  getir.  
Kendine ait bisikleti olmasa da, bir saatliğine de olsa o ihtiyacını az da olsa  giderirsin, dedi. 
Çırak düşündü ve arkadaşının anlattıkları hoşuna gitti. Çırağı düşündüren bir şey vardı. Hafta sonları o boş arsada mahallenin gençleri top oynuyorlar.  
Bunun için bisikletçi, hafta içinde boş  arsaya gelerek bisiklet turları yaptırıyordu.  Çırak, arkadaşlarından bir fikir daha  almak için: 
-Ben hafta içinde çalışıyorum. Ustama bu olanları anlatıp izin alamam.  İstesem de zaten izin vermez, dedi.  
Arkadaşlarından birisi: 
-Sen de ustana yalancıktan yalan…  bir şey söyleyerek izin al, dedi. 
Çırak yalan… Lafına öfkelenerek: 
-Ben yalan….  Söyleyemem. Hem ben  O’na… Yalan söylememek için söz  verdim. 
Arkadaşı: 
-O… kim, dedi. 
Çırak: 
-O... dedi, yutkundu. 

Arkadaşı: 
-O dediğin herkimse, merak etme... Büyük birisi ise, göreceksin seni muhakkak affedecektir, dedi. 
Çırak içini çekerek kısık sesiyle: 
-O, o kadar büyük ki anlatamam...dedi.  
Arkadaşı: 
-O zaman ne duruyorsun. Haydi git  ustana, ben hastayım de iznini al, dedi. 
Çırak, sıkılgan biraz da hasta numaraları yaparak ustasının karşısına  dikildi: 
-Şey!!...  Usta ben çok hastayım. Ölür  mölürüm de, bir an evvel eve gitmem lazım.  Ölürsem de evde öleyim, diyebildi. 
Çocukça uydurabildiği yalanlar… Ustasını hafif gülümsetti ve ustası: 
-Ne hastalığı, ne ölümü oğlum? Neren  ağrıyor? dedi. 
Çırak, karnını tutarak: 
-Karnım ağrıyor usta, dedi. 
Ustası çırağa biraz para vererek: 
-Biraz ilerdeki eczaneden şu yazdığım  ilacı al, oradan da evine git, yatarak istirahat et. Ama sakın ölme, diye çırağı  inanmadığı o yalanla…  Evine gönderdi. 
Çırak, ustasının verdiği parayla eczaneden ilacı aldı, eve gitmek için yola  çıktı.   
Ustasına söylediği bu yalandan dolayı  pişman olarak çok üzüldü. Kendini gizli  bir köşeye çekti.   
Şaşkınlıklar içinde, vicdanının sesini  dinleyerek hıçkırıklara boğularak ağladı.  Kısa zamanda kendini topladı: 
-Ben eve gitmeyeceğim, ustamdan  özür dileyip affetmesini söylemem lazım, dedi. 
Yaptığı hatalarının telafisi için gerisin geriye döndü. Ustasının karşısında boynunu bükerek ve suçluluk hissiyle: 
-Usta, ben hasta… falan değilim sana  yalan söyledim. Affet usta... İstersen  beni dövebilirsin, dedi. 
Ustası: 
-Senin geri geleceğini biliyordum, diyerek her zaman tokat atan o elleriyle  çırağı okşayıp seviyordu. 
Ustası: 
-Sen ölme. Sen bana lazımsın. Gel bak, ben sana ne göstereceğim, diyerek  çırağı atölyenin yazıhanesine götürdü. 
-Ahmet Öğretmen diye birisi geldi.   
Seni sordu. İzinli olduğunu söyleyince, “Selamımı söyle, şu bisikleti de ona  verin.  
Ben daha sonra yine gelirim” diyerek  gitti, dedi. 
Çırak, sevinçle telaş göz yaşları  saçarak, soğuk havaları ısıtıp yaza çevirdi  ve: 
-Şener… Buna çok sevinecek, diyerek  bir baba, bir abi gibi eğik olan kafasını doğrulttu.                                                                                       
Selam ve dua’larımla.