YOZGAT'ın Abbas SAYAR’ından ve O’nun mektubundan önce, Yozgat’tan ve özellikle yazmanın öneminden söze başlamak, başlığa göre daha doğru olacaktır. Bu nedenle, yerli ve yabancı seyahatnamelere, fazla ayrıntıya
girmeden bir göz atalım.
Bindokuzyüz (1316) yılında Yozgat’ı ziyaret eden Numan KIYAT adli bir müteşair Yozgat hakkında şunları yazıyor.
1316 senesi seyahat suretiyle Yozgat’a uğramıştım. Ol vakit Anadolu’muzun Paris’i olan o beldeden almış olduğum ilhamlar; benim aşk mektebim Yozgat’tır. Fazla tafsilat veremem. Aşk erbabı ne demek istediğimi
anlar
!”
Numan KIYAT, Yozgat milletvekillerinden Avni Doğan’ın (1892-1965) babası 1908’de “Osmanlı Meclis-i Mebusanı”’na “Yozgat Mebusu” olarak iştirak eden şair, matematikçi, Yozgat Vilayeti’nin 1/25000 haritasını yapan “Hayrullah Efendi”’nin (1855-1916) bir gazelini yayınlamış.
Hüsn-i hissimdir bana cananı 
hesna gösteren
Çeşm-i mecnundur gene Leyla’yı Leyla gösteren
Yani bisevda olan şirin nazar 
olmazmış
Aşk imiş Ferhat’a sengistanı 
sahra gösteren
Ağniyaya arz-ı hacet etme
 müstağni bulun
Hacetin söylemektir şahsı 
edna gösteren
Hayri’den öğren eşirraya mudara mesleğin
Şerden mahfuz olur eşirraya müdara gösteren

Anlaşılacağı gibi, Hayrullah Efendi bu şiirinde güzelliği öznede görerek, sanat ontolojisinin ve estetiğin önemli bir problemine temas etmektedir.
Cumhuriyet döneminde Yozgat’ta görev yapmış, iz bırakmış iki sanatçıdan da söz edelim. Yazar Sabahattin Ali ve resim öğretmeni Cemal BİNGÖL. Bu iki sanatçının Yozgat’taki hizmetleri etik ve estetik sanat açılarından değerlendirilmelidir.
Sabahattin Ali hatıralarında Yozgat nefretini (1927-1928) şöyle dile getiriyor.
Burası beni muhakkak çıldırtacak. Konuşacak bir insan bile yok! Yozgat’ın tam karşısında bir çam ormanı var. Ama o da dümdüz araziye yakışmıyor. Adeta kirli bir bakkal önlüğüne yamanmış yeşil bir kadifeye benziyor. Ahali fesat, dedikoducu.
Sabahattin Ali’nin bu söyledikleri yanlış, korkarım içinde doğrular da var.
Bir deniz çocuğunun Orta Anadolu’yu ve insanını anlaması, sevmesi beklenemezdi. O bir öğretmenden ziyade bir sanatçı. Başka ne beklenirdi. Öte yandan Hayrullah Efendi’nin şiiri bize “ben yüksek kültürün ürünüyüm” diyor.
En büyük sanat olan şiir, yüksek kültür tarlasında yetişir. 20. yy. ın başlarında “Anadolu’nun Paris’i” sayılan Yozgat’a ne oldu, aradan ne geçti de Yozgat Sabahattin Ali’nin nefreti haline geldi? Acaba Sabahattin Ali Yozgat’ın derin ruhunu mu göremedi?
Cemal Bingöl (1912-1993) Yozgat Ortaokulu öğrencilerinin resimlerini 1943’lerde Londra’da sergilemiştir! Hatta dünyaca ünlü sanat eğitimci Herbert Read bu sergiden söz eden bir önsöz de yazmış. Buyurun bu iki sanatçıyı mukayese edelim. Ve sonra İbn-ül Emin üstadımızın (1871-1957) şu meşhur sözünü hatırlayalım. “Onlar bilinmek için çalışırlar. Bense bilmek için okurum.
Ne acıdır ki Sabahattin Ali bilinmiş, “bir gün kadrim bilinirse ismim ağza alınırsa” dileği gerçekleşmiş, Cemal Bingöl hocamızsa unutulmuştur. Bu kusur yazmayı sevmeyen bizlere aittir.
Türk edebiyat ve sanatının önde gelen isimlerinden Ahmet Hamdi TANPINAR (1901-1962) “ilerlemenin önemli bir göstergesi de geçmişi unutmamaktır” diyor. Babasını öldüren Oidipus yalanını örnek gösteriyor. “Biz bilerek ya da bilmeyerek, atasını öldüren Oidipus’un şaşkınlığı içindeyiz.” Ancak biz Türkler geçmişimizi unutma konusunda benzersiz, eşi olmayan bir milletiz.
Bu konuda Yozgat önde gider. 
Yozgat’ın ünlü “Tol (Tul)” çarşısını Yozgat’ta 1850’lerde görev yapan bir mühendis Yozgat’lı ermeni ustalara yaptırmıştır.
Yozgat belediye başkanlarından biri Yozgat’ın hoşgörüsü, zenginliği, geçmişi olan bu çarşıyı yıktırırken Yozgat’lı bir “Aksakal”, belediye başkanını; ”Başkan, başkan sidikliğin tutulsun. Dem dem gelsin” diyerek kargış veriyor, belki de hatıralarının yıkıldığını görerek üzülüyordu. “Şems viraneye düşer” sözü işte böyle güngörmüş aksakallar için söylenmiş olabilir.
Mademki ilerlemenin önemli bir göstergesi geçmişi unutmamaktır, biz de yazalım. 
(Devamı Haftaya)

Merhum “hezarfen(polimat)” A. Süheyl ÜNVER (1898-1986) büyüğümüz
yazmayan insanlarla konuşmak istemezmiş. Hepimizin yazacak bir şeyleri
olduğunu sanıyorum. Yazmalı, ama, ne ,nasıl, kim için yazmalı? Ama biz
yazmaktan çok malayani (boş) konuşmaları tercih ediyoruz. Peki yazı niçin
önemli? Çünkü, “söz uçar yazı kalır. (verba volant scripta manent)” Gülzar-ı
Savab adlı hat alât ve edavatı hakkında bir kitap yazan hattat “Seyyid Nefeszade
İBRAHİM (1650)”
(ki yazılmadığı için hakkında bilgi yok) yazının önemi
konusunda tatlı ve ilginç bir örnek anlatıyor. Güya, Hazret-i Süleyman bir ifrite
sormuş;
Söz nedir?
Esen yeldir.
Nasıl tutacağız?
Kitabetle(yazarak)

Batı mantık kafası, doğu ise inanç kafası olduğu için bu tür hikayeler doğu
kültüründe önemli bir yer tutar. Gene doğu kaynaklarında şöyle bir şiirimsi söz
de vardır.
Yazılmayan bütün ilimler zayi,
İkiyi geçen bütün sırlar şayi olur
.”
Bu kıtada geçen “iki” kelimesi çarpım tablosunda görülen iki rakamından
başka anlamları da içerir. Yorumunu okuyucuya bırakalım.
Buraya kadar yazdıklarıma bakarak, zekamı değil hafızamı kullandığımı
iddia ederek beni tenkit edebilirsiniz. Ne yapalım, herkes aklını kullanır, ben se
hafızamı. Hafızamdan şikayetçiyim! Hafızam gece gündüz, her yerde beni
rahatsız ediyor. Uykularımı kaçırıyor. Ne zaman kalemi elime alsam yazacağım 
5
konuyla ilgili-ilgisiz, lüzumlu-lüzumsuz olay kişi ve şiirler toplanıyorlar
başımda. Sözün hayırlısı kısa ve mesnetli olanıdır derler ya, gel de anlat
hafızama.
Özellikle yerli yersiz şiirler ünlü sözler kullandığımı ben de biliyorum.
Edebiyatçı olmadığım için muhtemelen hata da yapıyorum. Ama, “her yanlış bir
nakıştır
” diyerek kendimi teselli ediyorum. Ne var ki şiiri çok seviyorum. “Şiir
kurtuluştur, özgürlüktür
” diyorlar. Bana göre her Türk müteşairdir. Yüce
Yaratan hamurumuza bolca şiir mayası katmakta cömert davranmış. Şair
değilim, keşke olsaydım.
Vermemiş Ahad,
Neylesin Nihad

Şiir sevdama gelince, 1959-60 lı yıllarda Hacı Ömer Sabancı’nın (1906-
1966) Akçakaya köyünde kendi adına yaptırdığı” Hacı Ömer Sabancı İlkokulunda
stajyer öğretmenlik yaptığım günlerde başladı. Bir arkadaşım gramofon
getirmişti. Gramofondaki şarkıların hepsini hafızam hünerini göstermiş ve
ezberlemiştim. Sözlerini Yahya Kemal Beyatlı’nın yazdığı “Münir Nurettin
Selçuk’un bestelediği
“muhayyer şarkıyı ve sözlerini” hiç unutmadım.
Eslaf kapıldıkça güzelden güzele,
Fer vermiş o neşveyle gazelden gazele,
Sönmez seher-i haşre kadar şiir-i kadim,
Bir meşaledir devredilir elden ele

Gene o yıllarda, üstadın uşşak makamında bestelenen rubaisinin “evvel
giden ahbaba selam olsun
” adlı kıtası dillerde dolaşırdı. “Biz ölülerimizi de
sayarız
” diyen Yahya Kemal üstadımızın onlara selam göndermesinde 
6
şaşıracak bir şey yoktu! Diyebilirim ki, bende filizlenen şiir sevdasının
temelinde bu iki gazel önemli bir yer tutar.
Yaptırdığı ilkokulu ziyarete gelen, çayının yanında ikram edilen şekeri
almayan şeker hastası Hacı Ömer Sabancı’yı “alın oğlum alın, gelecekte devlet
memurlarına da zekât düşecek
” diyerek bize verdiği gömleklik zekatını, çatal
kapılı evlerini, Reader’s Digest adlı dergide, Akçakaya köyünden Kayseri’ye
sandıklarla sebze meyve satmaya giden “Çerçi Sabancı’yı” ve bu dergide
yayınlanan resmini hep hatırlarım.
Yozgat’ın N. Abbas Sayar’ı;
Çıkar Çamlığa semaya bakarım
Bulutlarda başım yüz katlıyım ben
Fakirlik gururum el açmam asla
Mustafa yolum Abbas Sayar’ım ben

Hayatı boyunca Yozgat’, eşini, işini, Çamlık’ı, şiiri, sürmeliyi, yılkı atlarını
saydı. Ama yerinde saymadı Abbas Sayar. “İnsanların hayatına yön veren akıl
değil kaderleriymiş
.” Bu söz Roma’lı bilgin, hatip, yazar Çiçero’ya (Kikero) aittir.
İşte Abbas Sayar’ın hayatına yön veren de aklı değil kaderi olmuştur denebilir.
Bu ele avuca sığmayan, iki cihan onda yaşayan şair, bu cihana
sığmamıştır. Çamlık’ın kartalı, ehl-i dil, yatağına sığmayan bir ırmağa benzeyen
bu asi Yozgatlı yaşadığı zaman ve mekanda anlaşılmadı ve değeri bilinmedi.
Hâl geldi şairliğim tuttu dedim ki;
Söz bende saz bende çok tatlıyım ben,
Türkçemin derdiyle feryatlıyım ben,
7
Bıçak sapını kesmez diyordunuz,
O bıçak benim Abbas SAYAR’ım ben

Bu çalışmaya başlarken Kilden Kitaplar’daki mektuplardan başlayarak,
Tercüme Dergisi’nin mektup özel sayılarını da harmanladım. Ne zor, ne çok
sorumluluk isteyen bir şeymiş. Bir sanatçının mektubu (epistola) hakkında yazı
kaleme almak. İşte Abbas Sayar’ın İstanbul’dan, bir Yozgat Efendisi H. Mehmet
Özsümer’in vefatı (1966) üzerine, oğulları Kemal ve Ahmet beylere gönderdiği
mektup.
Şubat 1968 tarihinde notlu mektupta Abbas Sayar şöyle diyor;
Sevgili Kemal ve Ahmet,
Candan dostum, kardeşim, arkadaşım, vefakâr dost, iyi insan
babanız Hacı Mehmet Özsümer’in ebediyete intikalini yüreğim cayır
cayır yanarak duymuş bulunuyorum.
Benim de sizler gibi elemim sonsuzdur. Hacı’mın ölümü ile
hayatta bir renk daha kaybettiğimi acı acı duyuyorum içimde.
O, ivasızlığı, dost arkadaş yapısı, vefakarlığı, duygululuğu
içinde müstesna bir insandı.
1951 yılında İstanbul’a gelişlerinden birinde; “Hacım” dedim.
“Şimdi bir yufka ekmek bir de çanak peyniri olsa, bir dürüm yapsam
ne kadar mutlu olurum.

Bir iki gün sonra döndü Yozgat’a. Aradan bir iki hafta
geçmeden bir Yozgat’lı geldi matbaama.
-Kayserili Hacı Efendinin çok selamı var. Gözlerinden öptü
ve size şu paketi gönderdi. 
8
Teşekkür ettim paketi açtım. O pakette dürülmüş yeni
sulanmış gibi sekiz on yufka ekmek, bir bölük çanak peyniri.
Bu duyguda davranışta çok az dost kaldı aramızda…
Tanrı, O yattıkça size, çocuklarınıza, yakınlarınıza ömür
versin. Rahmetinden elbette Hacı’mın hissesi olacaktır. Başsağlığı
dileğiyle gözlerinizden öperim.
Abbas SAYAR”
Hacı Mehmet Özsümer, bu mektubu yıllarca hırz-ı can eden aziz ve
değerli kardeşim, dostum torun Mehmet Özsümer’in dedesidir. Sayar’ın bu
değerli dostu, Yozgat Efendisi o günlerin Yozgat’ında papyon kravatlı, fötr
şapkalı kıyafetiyle tanınan, bilinen sayılan, sevilen bir insan. Yozgat’taki şehir
kulübüne bu kıyafetle gider, Vehbi Koç’la o yılların Galatasaray Lisesi
müdürüyle dostluğu vardır. Torununu bu lisede okutmak ister.
Mektubun biçim, biçem ve içeriği Nail Abbas Sayar’ın kişiliğiyle birebir
örtüşmektedir. Bu bezlegu (hoş sohbet) nekre ve bekri, kadirşinas şairin
eserlerinin baş paresi belki de oğlu Ahmet Güner Sayar’dır. Ahmet Güner Sayar
sanat ve kültürümüze hizmet eden güzel ve iyi insanlarımız hakkında yazdığı
nekroloji”’lerle, iyi insanları tanımanın iyi insan olmanın başlangıcı olduğunu
eserleriyle göstermiştir.
Yozgat’ta Abbas Sayar hakkında yaptığımız bir programda, biraz haddimi
aşarak şöyle bir soru sormuştum;
- “Merhum babanız bohem kelimesinin çağdaş anlamına uygun yaşayan
bir insan, bir şair. Siz ise çok daha farklı bir yol seçtiniz. Niçin?

- “Kader hocam. Evet babam bohem yaşardı, eve geç gelir, gelmez,
nekre ve bekri insanlarla düşer kalkardı. Ama bize; “oğlum beni boş
verin ananıza saygı gösterin” derdi
.”
9
Son Söz;
N. Abbas Sayar’ın tercih ettiği yaşam tarzı, şair yaradılışına uygun ve bu
hayat anlayışı Ziya PAŞA’nın (1825-1880) aşağıdaki gazelinde gizlidir.
Rızkına kâni olan gerdune minnet eylemez
Alemin sultanıdır muhtaç-ı sultan olmayan

Kaynaklar;
1- BARTHOLT W.; “İslam Medeniyeti Tarihi”, (Çeviren; Fuat Köprülü) , İstanbul, 1984
2- BOYDAŞ Nihat; “Türkçe Bilmeyen Cennete Giremez”, 2. Baskı, Berikan Yayıncılık,
Ankara, 2017
3- ELLIOT T. S.; “Edebiyat Üzerine Düşünceler”, (Çeviren S. Kantarcıoğlu) Ankara,
1990
4- KIYAT Numan; “Edebi Abideler”, Ankara, 1950
5- KÖPRÜLÜ Fuat; “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar”, Dip Yayınları, 1976
6- NEFESZADE İbrahim; “Gulzarı Savap”, İstanbul, 1939
7- SAYAR Ahmet Güner; “Osmanlı’dan Cumhuriyete Portre Denemeleri”, İstanbul,
2014
8- TANPINAR A. Hamdi; “Yaşadığım Gibi”, Dergâh Yayınları, İstanbul-2013
9- TUNALI İsmail; “Sanat Ontolojisi”, 1971
10- ÜNAL Mehmet, “Edebiyat Sanatı”, Ankara, 2015
Not; Bu çalışma konusunda yardımlarını esirgemeyen Dr. Ali Şakir ERGİN, Burhanettin
KAPUSUZOĞLU, Mehmet ÖZSÜMER beylere teşekkür ederim.