ÇOĞU insan; parasının, mal ve mülkünün değerini bilir, onların üzerine titrer. İş zamana gelince bunun tam tersi olur. Oysa para, mal, mülk yitirilse yerine yeniden konulabilir; ama zaman öyle mi ya? Geçen zamanı geri almanın olanağı var mı?..
Aslında yaşamımızın en değerli parçası olan zamanı su gibi harcayıp duruyoruz. Geri elde edilmesi olanaksız şeylerin ne denli değerli olduğunu unutarak yapıyoruz bunu. 
Yıllar önce duyduğum bir öykücük vardı. Belli ki bu öykücüğü oluşturan kişi, zamanın uluslar açısından farklı değerlendirildiğini ortaya koymak istiyordu. Anımsadığım kadarıyla şöyle bir öykücüktü: Bir İngiliz, bir Fransız, bir de Türk’e arkadaşlarıyla buluşmak için bir yer ve saat önermeleri söylenmiş. İngiliz, “Saat tam 12.00’de Hyde Park’ın ana giriş kapısında buluşalım.”, Fransız, “Saat 12.00 ile 12.30 arasında Eyfel Kulesi’nin 1. kat merdiveninin girişinde buluşalım.”, Türk de, “Saat 12.00 ile 13.00 arasında Kızılay’da Yeni Karamürsel Mağazasının girişinde buluşalım.” demiş.
Söz konusu öykücük gerçeği yansıtıyor, diyemem. Ama bir noktaya dikkat çekiyor: Zaman öyle israf edilecek bir kavram değil. Saat 12.00 ile 12.30 arasında yarım saat, 12.00 ile 13.00 arasında da bir saat var. Dünyada bu sürelerde neler olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Dakikada onlarca doğum ve ölüm gerçekleşiyor. Bir trafik kazasında 1 saniyelik öncelik ya da sonralık, bizi yaşamla ölüm arasında etkiliyor. Ama biz ne yapıyoruz? Bir randevu için 60 dakikalık bir zaman dilimi öneriyoruz. Niçin tam zamanında değil de belli zaman aralıklarında buluşmayı hedefliyoruz? Çünkü zamanın değerinin farkında değiliz.
Balzac, “Zamanı öldürmek en pahalı harcamadır.” diyor. Bu çerçeveden bakıldığında boşa geçirilen ya da gerektiğinden fazla kullanılan  zaman israftır ve yerinin doldurulması olanaksızdır.
Çoğumuz, özellikle yaşlandığımızda yaşamın kısalığından söz ederiz. Doğrudur, yaşam hızla akan bir ırmak gibidir. Öyleyse hızla akan bu ırmağı en verimli bir biçimde kullanmamız gerekmez mi? Bunun yolu da zamanı boşa geçirmemek, dolu dolu yaşamaktır. Seneca’nın, “Hepimiz yaşamın kısalığından söz ederiz de boş geçen zamanımızı nasıl değerlendireceğimizi bilmeyiz.” sözü önemli bir gerçeğin altını çizmiyor mu?  
Zaman; çocuklukta düşünülmeyen, gençlikte hoyratça harcanan, ancak yaşlılıkta değeri anlaşılan bir kavramdır. Ne var ki değeri anlaşıldığında artık çok geçtir. Hiçbir pişmanlık geçen zamanı geri getiremez, bizi geçmişe döndüremez. Bu nedenle çocuklarımıza daha küçük yaşlarındayken zamanın değerini kavratmalı, onları ileride karşılaşacakları pişmanlıklardan kurtarmalıyız. 
Zamanın değerini bilmek, onu doğru ve verimli biçimde kullanmak, kişisel olduğu kadar toplumsal açıdan da önemlidir. Zamanı iyi kullanan uluslar her alanda başarılı olurlar, çünkü başarıya zamanı iyi kullanmayan uluslardan daha önce ulaşırlar. Özellikle bilim ve teknoloji alanında zamanla yarışan uluslar; ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan dünyada söz sahibi olurlar.
Zaman aslında yaşamın özüdür. Yaşam ise sonsuz değildir. Öyleyse sınırlı yaşamımızı en iyi biçimde değerlendirmemiz gerekir. Benjamin Franklin’in deyişiyle, “Yaşamı seviyorsanız zamanınızı boşa geçirmeyiniz, çünkü zaman yaşamın ta kendisidir.”  
William Shakespeare, “Bütün dünya bir oyun sahnesidir. Kadın ve erkek bütün insanlar da yalnızca oyunculardır. Her birinin sahneye giriş ve çıkış zamanları vardır.” diyor. Öyleyse sınırlı yaşamımızda lütfen zaman hırsızı olmayalım. Zamanımızı en iyi ve en verimli biçimde değerlendirelim. Hiçbir işi gerektiğinden fazla zamana yaymayalım. Boş diye nitelendirdiğimiz zamanımızı bile boşa harcamayalım, bizi mutlu edebilecek bir biçimde kullanalım.
Boşa harcanmayan, verimli, mutlu ve huzurlu bir yaşam dileğiyle.