Bu kelimeleri, bu dili en son ne zaman dinledik bilen varmı. Üslubu ve edasıyla beden destekli, hiçbir zaman yazım diliyle tarif edilemeyecek ses ve ağızla, yüreklerden gönüllere akan bir formatta ifade edilirdi.

            Yozgat’tan Aydoğanköyü’ne gidiyorduk. Kestirme yolu şaşırınca Haydarbeyli, Karalar taraflarına gitmişiz. Bakıyoruz yol uzadıkça uzuyor. Haydarbeyli köyüne geldiğimizde köy meydanında duruşuyla, oturuşuyla, asaleti ve ifadesiyle insan ruhuna güven veren, genetiği bozulmamış orijinal hemşehrilerimi görünce selam verip Aydoğan Köyüne nasıl gideceğimi sordum.

            Akşam üstü çamur suvalı toprak duvara yağarnını vermiş, elinde çipliyle soğukguyu ayakkabısına vurarak zaman geçiren ve sığırının gelmesini bekleyen 75-80 yaşlarındaki babayiğit hacı emmim;

“Ula yavrım bek sapa gelmişsin, Guneşli, Gundoğdu, Bicikler, Derecik, Garacaağaç, Örencik, Soğütlüyayla istikametinden sapsaydınya, derdine noolduda buyannı azdın, neyse, şindi Garalar köyünün içinden geç, ötaaçede özün çeneden aşşağa dön, verebe sardır, kehi çıhıncıda yüzunguylu vesayitini guver getsin aminim, o yol seni heç sapmadan Ayduvan’a gotürür” dedi.

            Orda bağdaş gurup, elinde uflağnan çipli yontan, öbür Hacı Emmide adres tarif eden Hacı Emmime; “Aminim sen norüyonki, adam yadırgı azmış, beti benzi bahsene bomboz, sen bu derbederi daha yırağa salıyon” diyerek geri bana döndü ve “Beribahele yavrım, sen ona gulaasma, şurdan gotün gotün geri dön, dikine aşşağ geri get, bildiğin yoldan devam et şindi buna baharsan sen temelli azan, navrağan, şikirin bozulmuş, acik savah bi adama benziyon” dedi.

            Hacı emmim benim salaklığıma kızıyor ama, buraya kadar boşa geldiğimede üzülüyordu. Ama o kadar güzel ve babacan konuşuyordu ki, lafları hiç batmıyordu. Tekrar bizden özür diledi;

            “Gusura bahmayın uşah, zaharki acik kahıç kaharah gonuşdum, gavur gunnadıhları Ayduvanın boğründaa köylere noldu bi işaret goysalarda bu yannı yormasalardı sizi” dedi. 

            O ara römorku çok yüklü bir traktör gidiyordu. Üzerindeki yüktenmi yoksa mazotundaki sıkıntıdan mı neyse tekleyip duraksayarak ilerliyordu. Hacı emmi onlara döndü;

            “Ula bu öjbe oğlan niye moturu aalederek masimeden sürüyo, halbiysem bu motur o yükün iki gatını çeker aminim, şuncağaz yüke kerkinerek gidiyo, gotü çıhıyo goca moturun”. Dedi.  Diğer emmim;

            “Üreluğün bu oğlan bek tavatır sürüyodu, ötaaçede çamırda badanaj bile yapdırmadan bi gağnı muazemeyi çıhartdı aminim” diyordu.

            Yav mekanda, muhabbette, dilde, ortamda, sıcak yüzleride hepsi orijinaldi. Diyemiyorum ama kendi aralarında Yozgatca bazı refleksler de sergiliyorlardı. Vallahi yanlarından ayrılasımız gelmiyordu. Sabaha kadar dinleyebileceğim, hep aradığım bir dil ve hep özlediğim gönüllerdi.

Bu dili konuşana, bu anı yaşatana, bu hazzı yansıtana lütfen fahri profesörlük payeleri verip, saksıda bir çiçek gibi koruyup, karşılaştığımız her yerde her anını kayıt altına alalım. Yoksa teknolojik kirlilikler, baskın kültürler, güncel argo espriler, şivemizi küçümseyen alçaklar, geleneklerimizi demode gören görgüsüzler ve edebiyatçıyım diye bize şekil vermeye kalkışan sevimsizler duygularımızı yokedecekler.

Hemşehri kimliğimizi ve gelenksel atmosferimizi yönlendirmeye çalışan ve ortada halkbilimciyim, bilim adamıyım diye gezen filim adamlarına, akademisyenim diye ortamların ezber tariflerini yapan şarlatanları daha çok dinleriz.

İddia ediyorum bizim argo şakalarımız, muhebbetlerimiz, sövmemiz, küfürlerimiz bile eşsiz bir kültür. Çünkü herkes konuşurken namlusunu birine doğrultmadan havaya ateş ediyor. Yozgatca muhabbet ve diyalogların kalitesini inanın ben tarif edemiyorum. Keyfi yaşandığında çıkan, lezzeti ortamında hissedilen Allah vergisi tarifi imkansız bir sır.

Ne mutlu Yozgatlıyım diyene..

Rıfat ÇAKIR

ailevecalisma.gov.tr

0537 587 27 80