Gözyaşlarımı ekmeğime katık ettiğim,
Sevinçlerimi boğazın sularına terk ettiğim,
Beyoğlu’ndan, Taksimden geçtiğim,
Kimsesizlerin kimsesi aziz İstanbul,
Yüzüme karşı pekiyisin, ya arkamdan?
Ne zaman Galata’dan yürüyüp geçsem,
Ve ne zaman Yeni Cami’de vakit geçirsem,
Sonra güvercinlere, serçelere, simit bölsem,
Bir demir lokma gibi vurur yalnızlığım,
Vurur boğazıma boğazıma hiç ses etmem…
Çok üşüdüm İstanbul, çok tükendim,
Beş kuruşsuz aç be aç nice yıllar geçirdim,
Yinede insanlığı elden düşürmedim,
Her ne olduysa senden çekip gitmedim,
Ümitlerimi bitirip asla! Vazgeçmedim…
Aşklarımız, insanlığımız ölüyor İstanbul,
Dost sofralar kan doğruyor tabaklarımıza,
Yüzümüze gülüyor, sırtımızdan vuruyorlar,
Üç kuruş için, dört dönüp duruyorlar,
Bu kadar mı ucuz insanlık İstanbul?
Tanık senken, niçin bu vurdum duymazlık?
Bu insafsızlık, her defasında acımasızlık,
Ne çok çıkarcılık, hesapçılık, kansızlık,
Neden her şey bu kadar vıcık vıcık?
Kim bunlardan hesap soracak ey! İstanbul?
Her bir sokağının vardır bende hatıraları,
Ne zaman insem Bostancı Sahiline
Ve ne zaman seyre dalsam adaları,
Kanar geçip giden ömrümün yaraları,
Beni bağrına hiç basmadı şehrinin akşamları…
Beşiktaş’ta çay içmek, Çengelköy’de simit yemek,
Balıkçıların av umutlarını seyretmek,
Her vapur bağırtısında içini acı acı çekmek,
Çaktırmadan gözyaşlarını kol yenine silmek,
Çok güzel ya içinde barındırdıkların İstanbul…
Nefesim buz kesiyor haziranlarında,
Ev desen ev yok, ekmek desen ekmek,
Cebimde üç kuruş yok İstanbul,
Nasıl bir büyüsün ki gidemiyorum,
Bana ne etsen de senden vazgeçemiyorum…
Dostluklar yalanlara sarılmış İstanbul,
Lafta kalan hilekâr, menfaatkar sözler,
Canı candan ayıran iftiralar var İstanbul
Ve sen bütün bunları görmezlikten geliyor,
Beni benden alıp alıp gidiyor, umursamıyorsun İstanbul…
Yüzüme karşı çok iyisin be İstanbul,
Bilmem arkamdan neler çeviriyorsun?
İyi şeyler olmadığı kesin İstanbul…
Yinede sen varol, canın sağolsun
Minarelerin, şanlı tarihin yeter İstanbul…
Murat İnce