Ulusal bir televizyon kanalının çekim için gelmesiyle birlikte köy iyice hareketlendi. Gazetelerde, diğer ulusal televizyon kanallarında Muhtar Salif ve İhtiyar Heyetinin gayretli çalışmaları, köylerini tanıtmaları haber yapılıyordu.
Yarışmanın ilk bölümünün yayımlanacağı haberiyle birlikte şehirlerin sokakları, caddeleri bomboştu. Tüm reyting rekorları alt üst edilmiş, en önemli gündem maddeleriyle birlikte anılıyordu “Yozgat’ta Survivor” adı.
Belirlenen tarlada Muhtar, yarışmacıların huzuruna gelip durdu. Kameralar sağlı sollu yerleştirildi.
“Ee, ne dimişler: Isdanbıl’dan gelen eşşek gırk gun at gibi gezerimiş. Siz de gelinci öyleydiniz. Mel mel bahıyodunuz. Şindik tam koylü oldunuz. Bi koy mıhdarının niler ittiğini de gordünüz! Binecek adam çoh ossa valla bi gaç tiyare bilem getirdirim koye. Böon televizon gosderecek sizi.
Aha gameraları, gamera ırgatlarını gorüyonuz. Biliyom, bazınız acınızdan geberiyo, belkim uyyamıyo emme yüzdük yüzdük guyruğuna geldik. İt gibi yirken gurt gibi bahması golay. Gorhmayın, acından ölen olmamış. Şurda üç-beş baş galdınız. Böon ikinizi daha salıncı ellin bannahlarından azsınız.
Gazanannarın azzığı: Duürcük aşı, pahlavu, bi de...” deyip yarışmalara bakıp duraksadıktan sonra; “Desdi kebabı.” demesiyle bir uğultu koptu.
“Ula uşah, temam temam! Varıltınız dereyi depeyi aşıyo! Susun gayli! Şindi ben düdüğü ötdürüncü tumun tallıya.” demesiyle düdüğü ağzına götürüp çalması bir oldu.
Muhtar, yanına sokulan Haceli’yle konuşuyor, hem de yarışı seyrediyor.
“Ula Mıhdar, bek zollu adamsın. Yarışmacılara ne virek diyin garaağra düşünürkene onu da televizonculara yıhmışsın lemi?”
“Ee, sen beni ne zandediyon Haceli.”
“Ula yarin ben bu koyü şeher edacâm diyin dutdurun. İsdidasını da yazan. Olun da ha!”
“Onun da sırası var Haceli!” 
...
Yolma yolma yarışı:
“Ula Mıhdar, nişadır mı sürdün bunara, bahele, yayılır gibi yoluyolar nohutları. Bu hızınan gidellerise dalahlayıp got üsdü otururlar şindi.” diyor Haceli.
“He la Haceli Dayı, cipliynen girişsen, gotlerine gomunan iki kahsan bile bundan daha iyi girişemezleridi tallıya. Maşallah!” diye yorumladı ayakta seyrettiği yarışı Kumüğün Gadir.
“Kimse kimsenin cızısına daşmasın, yosam elenirsiniz.” ikazında bulundu yarışmacılara Muhtar.
“Gızz Anşeee, çömüderek yol çömüderek, gotünü acik aşşa ağdir, yosa belini neyim sapıdın gızz!” diye sesleniyordu Gulperi Gadın Manken Ayşe’ye.
“Ne o gı incilerin mi dokülüyo? Şöyle dibinden goşamla ki yolman golay ossun.”
Ünlülerin önde gitmesi Bostan Güzeli Neriman’a sevdalanan Memiş’i de rahatsız etti.
“Hadi gı kolen oluyum, iy gavrala, iki elininen gavrala da şu ilden ayrıhsıllara irezil itme beni!” diye seslendi.
“Ula Mıhdar Emmi, şindi tüm dünya bize bahıyo lemi?” diye sorarak hayretini belli ediyordu Bekçi Ehsan.
“Ne sandın ya Ehsan! Yarışma bitsin ondan sona koyü gorün siz. Hokumet gonânı bile getirdecâm buruya!”
“Sen yapan emmi la, gorhulur senden!”
Yarışma bitmek üzereyken Gurlek İriza birden düşüp bayıldı. Gençler gidip onu kaldırarak hemen muhtarın bulunduğu çadıra getirdi.
“Başına guneş geçmiş. Desdiyi depesinden ahıdın da gozlerini açsın.” talimatına verdi Muhtar.
Yarışma bitti. Avuçları patlamıştı iki grubun da. Devrilecek gibiydiler, bellerini tutuyor, sızlanıyorlardı. Kazanan ünlülerdi. Heyecanla yiyecekleri yemeklerin gelmesini bekliyorlardı.
Muhtar, tekrar onların huzuruna gelip;
“Ne ola la bizim Gambır Fadiği geçmişsiniz. Öyle yampiri durmayın!” diye bağırarak uyardı; “Boh yutmuş gaz gibi dimdik duracânız.” deyip bekledi.
“Ha şöyle! Ecik yola gelin. Ne dimişler: Beleş pendir anca sıçan gapanında bulunur. Onun içün evvela hah edilecek. Sona biz size babalanacak ekmağ zati veririk namıssızlar! Neyise aşam gonseye er gelecam!”
...
Memiş, çıkaramıyordu aklından Bostan Güzeli Neriman’ı. Babasının inadına, inatla karşılık veriyordu. Neriman’ın ise olan bitenden haberi yoktu. Köyün ağzına sakız oldu Memiş’in Neriman’a sevdası.
“Yangılanacah başga biri galmadı mı da elin şeherlisiyinen adın çıhmış koyde?” diye öfkeleniyordu Memiş’in annesi.
“Gonul bu ana, ota gonar boha da! Sana düşen...” diye lafını bitirmeden annesi;
“Mıhdar da bek okeleniyo sana. Yanıma gelsin dimiş. Bi var hele!”
“Ula Memiş, bek öcbesin. Lafdan sözden de annamıyon. Aslanım, sana yarışdan sona ne idacasen it didim. Bah, cinnendirme beni, yarin yarışmadan eler, salarım dinime kitabıma. Sahın bi daha duymayım. Valla eniledirim. Muakgemelik olurum bu yaşımda seniynen. Annaşdıh mı?”
“Annaşdıh Mıhdar Emmi!”

İslenen çıraların arasında, Muhtar tekrar huzura gelerek;
“Gurlek İrizaynan Guru Haççe! İkiniz de tam koylu gibiydiniz. Ecik daha dursaydınız bizden ayırd edemezleridi sizi. Geleli belli heç yadırgılıh çekmediniz maşallah. İriza sen geldiğinde ecik mangafaydın ya sona düzeldin, çalışdın. Hep aferim alıyodun benden! Allah ikinizden de ırazı ossun! Geldiniz, gordünüz, bizi şennendirdiniz.” der demez gruptan ayrılan Guru Haççe gelip Muhtar’ın boynuna sarıldı. Ağladı, ağladı.
“Dur gızım, dünya âlem bizi bahıyo. Şu kâfirin, şu capcığın itdiğine bah dirler! Ayıpsarlar şindi, norüyo bu gavur tômu diyin. Gendine muhaat ol gızım!” dedi onu aralayarak Muhtar.
Tüm köylü alkışlıyordu o sahneyi. Duygulanmışlardı. Ekran başındakiler televizyonun sesini açarak izliyor, ağlıyor, gazeteler haber yapmaya hazırlanıyorlardı.
Televizyon kanalına reklam üzerine reklam geliyor, yayımlamaya program yetmiyordu.