HİÇ kimsenin Yozgat diye bir derdi yok aslında.

Çapanoğlu camiini bugün yıkıp, yerine daha iyisini yapacağız deseler, alkış tutacak binlerce insan var etrafımızda. Tarihmiş, kültürüymüş, şehrin sembolüymüş kimsenin umurunda bile değil.

Bu vurdumduymazlık bazı siyasetçi ve yöneticilerin işini kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Herkes işine geldiği gibi vurup kırıyor, şehrin en gözde mabetleri, yıkılarak yerini daha yüksek binalar alıyor.

Şehrin göbeğinde yer alan iki yüz yıllık Tol Çarşının yok olması kimseye bir şey öğretmemiş belliki. 

Yozgat Devlet Hastanesi 1930’lu yıllarda Cumhuriyetin ilk eseriydi. İki günde kepçe ve dozerlerle yerle bir edildi, kimsenin gıkı bile çıkmadı, çıkamazdı da. Karşı çıkanlara hemen bir yafta yapıştırma endişesi hakimdi. 

Aynı şekilde Belediye binası, Eskipazar Mahallesindeki saat kulesi, Sivas Caddesindeki Testi, Yimpaş önündeki Nida Tüfekçi Anıtı alınan karar doğrultusunda yok edildi. Hani türkülerini uğullenerek söylüyorduk, testi kebabını tescillemiştik!

Bu ve benzeri yıkımlar yalnızca Yozgat Merkezinde değil ilçelerde de yaşanmakta.

Çekerek meydanındaki Şehitler Abidesi yıkıldı, altında yatmakta olan şehitlerimizin kemikleri bir torbaya doldurularak ilçe mezarlığına gömüldüğünü biliyoruz. Orada şehit düşen askerler Türk milletini eşkıya sürüsünden korumak için canlarını feda etmemişler miydi? Çekerek ilçesi halkını dinlediğimizdeyse; “BU ANITIN YIKILMASINI AYNACI’NIN UŞAĞI İSTEDİ!!! Deniliyor. Şimdilerde bu yanlış eşkıyaları ödüllendirmek değil mi? Şehtlerimizi rahat yattığı yerde rahat bırakmayan zihniyet neticede koltuğunu kaybetti.

Yerine seçilen Belediye Başkanı Eyüp Çakır ile yaptığımız görüşmede bu konuyu da dillendirdik. Eyüp Bey konudan haberdar olduğunu belirterek, “ŞÜHEDA TEPESİ” olarak düşündükleri bir yerde bu şehitlerimizin yeniden abideleştireceklerini söyledi. İnşallah verilen sözler tutulur da şühedanın kemikleri daha fazla sızlatılmaz.

Yine Cumhuriyet döneminin ilk şaheseri olan Cumhuriyet Mektebi, Alman mimar tarafından projelendirilmiş ve Türkiye Cumhuriyetinin eğitime verdiği önemin simgesel binalarındandır. Bu okul Bozok Üniversitesine tahsis edilerek devri yapılmış, bir süre Rektörlük binası olarak hizmet vermiş, şimdilerde bahçesi Üniversite Hocalarının otoparkı olarak kullanılmakta, binada görevli güvenlik görevlisinden başka kimse yoktur.

Gelelim Tarih ve Etnografik müzemize; şehrin en kıymetli eserlerinin tamamına yakını mahzenlerde olduğu, sergilenecek güvenli alan olmadığı için de kapalı odalarda tutulduğu herkesçe malum.

Kültür Müdürlüğü ile Bozok Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü bir araya gelerek bu binanın Tarih ve Kültür hizmetinde kullanımını gerçekleştirmesi daha doğru olmaz mı?

Bir taraftan şehrin tarihini gün yüzüne çıkarmak ve kitaplaştırmak için uğraşan Yozgat Valiliği, Belediye Başkanlığı ve Bozok Üniversitesi Rektörlüğü ki doğru bir başlangıç, diğer taraftan ilimiz coğrafyasından çıkan tarihi eserler, elimizde bulunan bunca kıymetli objeler daha güzel ve geniş ortamlarda sergilenmesi bu şehrin değerlerine değer katmaz mı? Neden büyük düşünmüyoruz, Anadolu’nun tarihi zenginliklerini kendi dar görüşlerimize hapsediyoruz? 

Bir gün Şehrin kuzey batısı yönündeki köylere araştırma yapmaya gitmiştim. Tesadüfen gördüğüm cami avlu duvarı üzerinde atıl gördüğüm eski çağlardan kalma ve üzerinde haç işareti ve benzer figürlerin yer aldığı taş dikkatimi çekti. Köylülerle görüşerek, bunu neden burada tutuyorsunuz, müze müdürlüğüne haber verdiniz mi? Sualime, köylüler derin bir ah çekerek; “Ahhhh oğlum ah, ne sen sor ne de biz söyleyelim. Kaç defa haber ettik, muhtarımız bizzat gidip görüştüğü halde bu taş yıllardır burada yatıyor” dedi. 

Bunun üzerine mezar taşının resmini çektim, İleri Gazetesine getirdim. Gazeteciliğin kitabını yazacak kadar tecrübeli Seyfi ÇELİKKAYA Abim şöyle dedi; “Biz bunu haber yaparsak eğer defineciler bu taşı yükler götürür. Bırak orda kalsın….''