1.Haziran’da İLERİ’nin 50 yaşına basması nedeniyle, kardeşim Saygı Öztürk, gazetenin imtiyaz sahibi Mükremin Kayhan ve Mehmet Ali Kay dostumuzla yola koyulmuştuk… Gazete de arkadaşlarla sohbet ettik. Kim bilir İleri’nin 100 üncü yaşını devirdiğinde o sohbettekilerden kimler hayatta kalacak, kimler göçüp gitmiş olacaklar..? Gideceklere rahmet, kalacaklara selâm olsun… Gazete de, Saygı, Mükremin, Yasin, Tarık, Erhan, İhsan, Mustafa, Mehmet Ali, Seyfi ile kulakların pasını giderdik…
 ***
Kardeşim Saygı’yla Güler ablamızı ziyaret ettik. Yeğenimiz Faruk’u da alıp, Şahin Tepesi’ne çıktık. Kuşbakışı seyreyledik Yozgat-ı… Çamlık tüm haşmetiyle göz bebeklerimize oturdu. Tepedeki tesis tam Yozgat’a yakışır olmuş amma o tesisi oraya konduran Sayın Bilâl Şahin’in ismini göremedik. Hani ya el kadarda olsa bir isimlik levha unutulmuş mu?! yoksa akla mı gelmemiş..? Biz buradan Sayın Bilâl Şahin’i kutlayıp, Allah razı olsun diyelim… Tepeden düzlüğe inip, ablamızı evine bırakıp tekrar İleri’ye geldik. Yol üstünde belediye Başkanımız Sayın Kazım Arslan’la, ayaküstü de olsa sohbet ettik… Görüştüğümüz kişiler başkandan sitayişle bahsettiler. Eski bir belediye başkanı olarak, bir belediye başkanından övgüyle söz edilmesinin hazzını yaşadık…
***
Şahin Tepesi’ne çıkmadan önce de, Güler ablam, yeğenimiz Faruk Öztürk ve Saygı’nın “Çamlığı bir dolaşalım” önerisiyle dolana, dolana çamlıkta nefeslendik. Kum döken, kaymak donduran çeşmelerinin başında durduk, şeker pınarında elimizi yumayı unuttuk!.. Türküsü belleğimizi sıyırdı geçti… Boz akbabaları, şah kartalı, termikleri göremedik, kırık şişeler daha çok göze batıyordu…
***
Gazetenin kapı ağzında, Mehmet Ali dostumuz kulağıma eğilip, “abi Saygı beye söyle de, bizim köye de bir uğrayalım” dedi.
Kardeşim Saygı Öztürk uyar oğludur. “Gidelim hadi” deyince düştük yola… Sorgun üzerinden ver elini Akdağ… Akdağ’da Akdağ ha… Sanırsın oksijen deposu, asırlık çamlar bulutlara el ediyorlar. Orman Bakanlığı eski müsteşarı Necati Uyar abimizin verdiği bilgiye göre; Çamlık alan 90 hektar civarındaymış… Yeğenim Faruk’a sordum: buralarda şah kartal var mı? “olmaz olur mu, en alâsından bir sürü var.” Kartalın şahı nasıl oluyor derseniz bende bilmiyordum. Kültür Bakanlığı Genel Müdürlerinden Gürbüz Mutlu abimiz “baba kartal, ana şahinden türerler” diye bilgilendirdi… Mehmet Ali’nin köyü KIZILCAOVA… Yozgat’ın yollarının dolana dolana gittiğine Akdağ, Kızılcaova arasında şahit oldum. Kardeşim Saygı’nın keyfi yerinde, bantta ağa gelin türküsü, sağ, sol çamlık, ben deyim İsviçre Alpleri, siz deyin Avusturya… Göz alabildiğine güzellikleri seyrediyor… Yozgat’ın, Akdağ’ın sayınları Kızılcaova yoluna hiç yolunuz düşmüyor mu? Düşmemişse hele bir düşürün de, yolunu! bir görüverseniz. Çoğu Avrupa köyüyle yarışır durumdaki köy yolsuz, belsiz dersem anlarsınız sanırım..? 
Kızılcaova’da Kansuların evine misafir olduk. Mehmet Ali’nin geldiğini duyan geldi. Bizim Saygı’nın ünü dağı daşı tutmuş bilmenizi isterim. Köyde de tanımayan kalmamış… Köy misafirperver “illa kalın” diye ısrarcılar, ne yazık ki, bizim günü birlik gidişimizin, günü birlik dönüşü söz konusu olduğundan kalamadık. İnşallah bir gün gelir kalırız diyerekten Yozgat yoluna tekrar düştük… Mehmet Ali Kay “Nasıl buldunuz bizim köyü?” diye sordu. Aslında Kızılcaova’yı yazmaya kalksak 50 – 60 sayfalık bir yazı konusu olur. Taşların arasından sızan suyu mu yazsak, şairlere ilham kaynağı olacak mistik havasını mı… 
Yaz yazabildiğin kadar. Uğunarak öten ibibiklerini, allı turnalarını ve de Şah Kartallarını…