Adımı Karatepe Mahallesi’nde bir caddeye vererek, “büsbütün ölmeyeceğim” sözünü gerçekleştirmiş, vefada bütün vilayetlere öncülük, örnek teşkil etmiş oldunuz. Manevi varlığımı aranıza alarak,  şahsıma layık gördüğünüz bu onuru, hayatımın en şerefli olayı olarak kabul ediyor, size en derin minnet ve şükran duygularımla saygılarımı sunuyorum. İsyan, inkar, şikayet olarak görmeseniz, diyebilirim ki, çok mutlu yaşamadım, ama mutlu olarak öleceğim. Naçiz şahsıma gösterilen bu onurlu emaneti, izninizle Kafkas İslam Ordusu şehitlerinden Mahmut Dedem ve Sarı Topraklık’ta uyuyan Anamla da paylaşmak istiyorum.
Başta Yozgat Belediye Başkanı olmak üzere, Belediye Meclis Üyelerine, Yozgat Valiliğine, delisinden velisine kadar, tanıdık tanınmadık bütün Yozgatlılara saygı ve sevgilerimi tekrarlıyorum. Bu vesileyle düzenlenen törene (18.05.2012) Ankara’dan gelerek bu mutlu anımı güzelleştiren güzel dostlarımı da teşekkür ediyorum.  Bana layık görülen bu şerefli emanetin sorumluluğu altında ezildiğimi de itiraf etmek isterim. Emanet kelimesini kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’e çok geniş ve anlamlı bir arka plana, tefsire sahiptir. Ahzab Suresi’nin 73. ayetinde şöyle buyurulur; “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ve teklif ettik. Onlar yüklenmeden çekindiler, ondan endişe ve telaşa düştüler. İnsan tuttu onu sırtına yüklendi. Çünkü o pek zalim, pek cahildir.  (Kur’an 33/73)” İşte ben de yüklendiğim bu emanetin sorumluluğu ve ağırlığı altında, minnetle, korkuyla, hayretle karşınızdayım. Hayret diyorum, çünkü hayret büyük İslam düşünüzü Şeyh-ül Ekber Muhyiddin-i Arabi’ye göre (1165-1240) en yüce makamdır. İlmin, dinin, sanatın temeli hayret etmektir. Bu mükemmel aleme hayret etmeyen insan hiçbir şey öğrenemez, yapamaz, böyle bir insanın diğer canlılardan farkı yoktur.
Hayret makamına hayret eden siz Yozgatlıları, Yozgat’ın bütün maddi ve manevi varlığını ben de hayretle, hürmetle tekrar be tekrar selamlıyorum. Ünlü şairimiz Necip Fazıl Kısakürek (1904-1985) hayret etmeyen insanlar için şöyle söylemiş;

“Kuyruğu etrafında dönen kedi hayrette
Alim ki hayreti yok ne boş yere gayrette”

tarihimizde hayret, gayret sahibi kadirşinas insanlarımız olduğu gibi unutulan, yaşarken kıymeti bilinmeyen insanlarımız da vardır. Mesela merhum, Süleyman Nazif vefat ettiği yıllarda onun için bir türbe yapılması düşünülmüş, zamanla Daussıla şairi  unutulup gitmiştir (1869-1927). Bu vefasızlık üzerine merhum, Prof. Dr. Ömer Ferid Kan (1864-1944) bu olayı şöyle hicvetmiştir.

Sağlığında nice ehl-i hünerin
Bir tutam tuzu yoktur aşına,
Öldürüp evvelâ onu açlıktan
Sonra bir türbe dikerler başına.

Yakın tarihimizde yaşarken kıymetini bilemediğimiz, öldükten sonra başına türbe diktiğimiz insanlarımızın durumu bu şiirin anlamına ne kadar uygundur. Küfürlerin Efendisi olan Şair Eşref’in unutulmak korkusuyla! yazdığı hicvi gerçekten trajikomiktir (1847/1912).
Efendim sırası gelmişken söyleyelim; “Küfür her zaman küfür değildir. Küfür edebi edepsizliktir, yerinde ve zamanında yapılması bazen farzı ayn-ı müekkittir.” Sait Eşref şöyle demiş;

Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için
Gelmesin reddeylerim billah öz kardaşımı
Gözlerim ebnâ-yı âdemden ol rütbe yıldı ki,
İstemem ben Fatiha tek çalmasınlar mezar taşımı.

Ama mezar taşı çalınmıştır. Rivayete göre Eşref’in mezar taşını, şairi çok seven bir hayranı, kerameti gerçekleşsin diye çalmış! Eğer şair unutulmak korkusuyla olsa gerek, “mezar taşını hedef göstermeseydi”, o da unutulup gidecekti.
Ziya Paşa (1825/1880) dillere destan, Urfa Sıra Geceleri’nde gazel olarak okunan şiirin de bakın ne diyor.

Asaf’ın miktarını bilmez Süleyman olmayan
Bilmez insan kadrini âlemde insan olmayan
Zülfüne dil vermeyen bilmez gönül ahvâlini
Anlamaz hâl-i perişanı, perişan olmayan

Söz konusu sanatsa, şiirden gayrısı teferruattır. Edebiyat, şiir alanında fazlaca dolaşarak, onlara hiciv konusu olmamak için bu konuyu, tefahürle bitirelim.
Minnet Hüdaya devlet-i dünya fena bulur
Baki kalır sahife-i alemde adımız
 
Bizi insan yurduna koyup, bu dizeleri söyleten, delisinden velisine kadar, bütün Yozgatlılara tekrar selam ve saygılar sunuyorum.
Resul-üs Sakaleyn “El fakru fahri” buyurmuşlar! Ben de fakirliğimle iftihar edenlerdenim. Ancak,
Hem fakirim hem dilenci, hem melikim hem padişah
Hem menem üstad-ı sanat hem anın muzduriyem

Mevlevi Dedelerinden Mehmed Zeki Efendi’nin rubaisi bizim için söylenmiştir.
Biz zevk şinas neş’e-yi mey değiliz
Şayan’ı tenuum-i peyapey değiliz
Sâni koymuş adımızı şey yoksa,
Biz kendi vücudumuzla bir şey değiliz.

İtiraf etmeliyim ki, bana layık gördüğünüz, onur ve şeref beni gururlandırdı ve hayrete düşürdü. Ancak şunu itiraf ve ilan ediyorum, Yozgatlı olmaktan gurur ve onur duydum. Yurdumda öncelikle gurbet eller de, görevim icabı bulunduğum ülkelerde Sürmeli tesellim, dildaşım, yoldaşım, haldaşım oldu ve hep benimle dolaştı.
Ne ben onu, ne de o beni bıraktı, terk etti; her zaman kırık, mahzun, mağmum gönlümün tesellisi, çaresi, ilacı oldu. Hak bir gönül vermişti buna, ha desen hayran olurdu.
Hayran olduğum, hayret ettiğim anlarda dilimde çare sazım oldu. Kimsesiz kalıp, kimsesizlerin kimsesinden medet umduğum anlarda Sürmeli benimle temirağa oynadı. Oynadı, halay çekti. Yozgat’ın 15/20 hanelik bir köyünden çıkıp, hayat yolculuğuna başladığım günlerde Sürmeli ıslak gözlerime mendil oldu.
Taşına, toprağına kurban olduğum Yozgat diye hasretimin med ve cezir gibi kabardığı günlerde, bir de baktım ki, Sürmeli taş oldu, toprak oldu, sevgili, gül, gülzar oldu.
“Mütevazi olanı rahmet-i rahman büyütür” sözünün anlamı, çok şükür gerçekleşti. Ancak kendi toprağımda yeniden yeşerdiğimi gördüm. Tekrar teşekkür ediyorum. Bu teşekkür ne kadar aciz, zavallı, cılız kalıyor, bilemezsiniz.
Son olarak bu konuşmayı  daha fazla uzatarak sabrınızın sınırlarını zorlamak istemiyorum. Her merhabanın bir yüzü vedaya dönüktür. Merhaba, güler yüzlü, veda hüzün renklidir.
Bizim dinimize göre, bizler ölümden korkmayız, Mevlevilere göre ise ölüm susmadır, ölüm yeniden doğuştur, hatta kavuşmadır, vuslattır.
Şimdi Hz. Mevlana’ya kulak verelim;

Batmayı gördün değil mi, doğmayı da seyret
Güneşle aya gurubdan hiç  ziyan gelir mi?
Hangi tohum yere ekildi de bitmedi?
Ne diye insan tohumundan şüpheye düşüyorsun?

Bizim sanatımızın paydası  daima ayrılık olmuştur. Ölmek kaderde var bize ürküntü vermiyor, lakin dostlardan ayrılmanın ızdırabı zor.
Gene Hz. Mevlana’nın sözleriyle bitirelim bu sohbeti; Her merhabanın bir yönü vedaya dönüktür. Veda zamanı geldi, sözü keselim, keselim ki hasret artsın! Zira hasret, özlem vuslattan güzel ve tatlıdır.
Hoşçakalın