ACIKMIŞTIM, kendimi bir anda Un Pazarı’nda buldum.
Burada bir esnaf lokantasında çorba içiyorum.
Dışarıda bir yere, bir çatılara konan bayat güvercinler…
Yozgat’ın üşüdüğü gibi, onlar da üşüyor ve tüneyecek yer arıyorlar.
Arkada çalan radyodan yayılan türküler…
Hele bir tanesinde yanık bir ses: “Gökyüzünde bölük bölük turnalar!...” diye havalandırıyor türküyü.
***
Sonra hatırıma Yılmaz Hoca geliyor. 
Yılmaz Göksoy…
O da yazılarında ve sohbetlerinde her daim Yozgat semalarında turnalar uçururdu.
Bir keresinde bana Yozgat semalarındaki turnaları anlatmıştı ve:
“Bir çift turna gördüm/ durur dallarda/ seversen Mevla’yı/ kalma yollarda” türküsünden örnek vermişti.
“Bu türküyü söyleyen laf olsun diye turnalardan bahsetmiyor Mustafacığım, Yozgat bir zaman turna yatağıymış” diyerek o dönemlerin iklimini, akarsularını ve turnaların öyküsünü dile getirmişti.
***
Lise yıllarında bir dönem öğle yemeklerini öğretmenevinde yerdim.
Yılmaz Göksoy’u ilk orada görmüştüm.
Herkes lokalde okey ve kağıt oynamayı tercih ederken, Yılmaz Hoca öğle vakti buraya gelir, palto ve şapkasını özenle vestiyere asardı.
Akabinde, okuma salonunda bulunan tüm gazeteleri alır ve saatlerce hepsini okurdu.
Emekliydi ama halen öğretmendi.
Emekliydi ama halen öğrencileri ve toplumu eğitmek için çaba sarf ederdi.
***
Yılmaz Hoca’yı yakından tanımam İleri Gazetesi’nde oldu.
Daktilo dönemleri geride kaldığı için, hocanın köşe yazılarını bilgisayara ben aktarırdım.
Onun yazılarını yazarken dil bilgisi ve imlayı yeniden öğrenme imkânım oldu.
Şimdi burada kıt kanaat bir şeyler karalayabiliyorsam, rahmetlinin emeği ve katkısı inkâr edilemez.
***
Yılmaz Hoca’nın bütün yazılarında Yozgat, Yozgatlı, Yozgatlı devlet adamları, Yozgatlı edebiyat insanları vardı.
Yılmaz Hoca ‘Köylü bir Aydın’ idi.
Köyünü ve köylülüğünü hiçbir zaman unutmayan, inkâr etmeyen ve bununla övünen ‘Köylü Efendi’ ve ‘Köylü Öğretmen’ idi.
Bundan dolayı Yozgat’ı geliştirip, kurtaracak olanların da köylüler-yani tarım ve hayvancılık- olduğuna inanırdı.
Her yazısında Yozgat için tarımın, hayvancılığın, meyveciliğin önemini anlatır, projeler sunardı.
***
Anadolu insanının ‘monşerleşmesi’ni eleştirirdi.
Monşerleşme meselesini de şöyle izah ederdi:
“Bizim insanımız çabuk monşerleşir. Bu yörede örneği çoktur. Köyden gider, okur, baytar olur ama köye tatile gelmeye tenezzül etmez, köyü beğenmez. Gelirse ahıra girmez, banyoyu beğenmez, döşeği beğenmez. İşte buna monşerleşmek denir” diyerek bu tabirinin izahını yapmıştı. 
***
Yılmaz Hoca’yı anlatmak için bu köşe yetersiz kalır.
Keşke yine hayatta olsaydı da birlikte yazılar yazsak, turnalar uçursak, maniler dizseydik satırlara.
Yozgatlı büyük devlet adamlarını dinleseydim ondan.
Vefatının ardından onu tanıyan ve seven insanlarda, adının yaşatılması isteği oluşmuş.
Haklı ve doğru bir istektir, yürekten katılırım.
***
Yılmaz Hoca’nın adı ve ortaya koyduğu çalışmaları gelecek kuşaklara aktarılmalıdır.
Bunun için yöneticilerimiz uygun bir formül geliştirebilir.
Lakin Yılmaz Hoca gösterişi, ihtişamı ve şaşalı davranışları sevmeyen ve reddeden bir karakterdi.
Bu doğrultuda adı yaşatılmalı, Yılmaz Hoca’nın yaptıkları ve kişiliğiyle örtüşmelidir.
Belki bir okul, belki bir yurt, belki bir kütüphane…
Ama eskinin adını değiştirerek değil, yeniye ad vererek olmalı.
Allah rahmet eylesin, rahmetle anıyorum…