GEÇENLERDE Yozgat'la ilgili bir Facebook grubunda üyelere, "Yozgatlılar, ‘enstitü’ ve ‘greyder’ kelimelerini nasıl söylerler?” diye bir soru yöneltilmiş. Bu soruya pek çok yanıt verilip yorum yapılmış. Yorum yapan hemşehrilerimizin bazıları, bu tür paylaşımlardan hoşnut olmadıklarını belirtmişler. Gerekçe olarak da bunların Yozgat’ı, Yozgatlıyı yanlış tanıttığını, kaba gösterdiğini, alay konusu ettiğini ileri sürmüş; böyle yapmak yerine Yozgat’a ilişkin fotoğraflarının paylaşılmasını istemişler. Sayfada yorum yapanların çoğu, söz konusu paylaşımı olumsuz eleştirenlere karşı çıkmışlar. Bu açıdan çok sevindim. Neden mi? Açıklayayım: Her toplumun bir ulusal bir de yöresel kültürü vardır. Bir ulusun görevi, hem ulusal hem de yöresel kültürünü koruyup geliştirmektir. Ulusal birlik ve bütünlük açısından vazgeçilmez bir tutumdur bu. Konumuz Yozgat kültürü ile ilgili olduğu için ben olaya yöresel boyuttan yaklaşacağım. 
Ülkemizde her bölgenin, kentin kendine özgü bir kültürü vardır. Bu oranın yöresel kültürüdür. Yozgat da doğal olarak bir yöresel kültüre sahiptir. Üstelik çok da varsıl ve özgün bir yöresel kültürdür sahip olduğu. Düşman ayağı değmeyen kentimizin kendine özgü saflığıyla bezenmiş bu yöresel kültür; yöredeki sözcüklere, atasözü, deyim, türkü, mâni, bilmece, tekerleme gibi yazınsal ürünlere yansımıştır. Bize düşen görev, bu kültürel ögeleri yaşatarak gelecek kuşaklara aktarıp ölümsüzleştirmektir. Böyle bir anlayışta olmamız gerekirken bunlardan rahatsızlık duyulmasına bir anlam veremiyorum ben.
Dikkat edecek olursanız ülkemizde yedi bölgenin farklı ağız özelliği vardır. Bu özellikler; sık sık radyo ve televizyonlarda,  filmlerde, tiyatrolarda, kitap ve dergi gibi yayın organlarında kullanılmakta; dolayısıyla anlatıma bir çeşni katmaktadır. Ben, örneğin hiçbir Karadenizlinin yöresel ağız özelliklerinin kullanılmasından rahatsızlık duyduğunu sanmıyorum. Tam tersine bundan mutluluk duyduğu düşüncesindeyim.  
Ülkemizde konuşma ve yazı dilinde “İstanbul Ağzı” esas alınmıştır. Çünkü Türkçenin en doğru kullanıldığı ağız budur. Ulusal kültürümüz gereği, konuşma ve yazı dilinde bu ağzı kullanmamız gerekir. Ancak bir de halkın yıllara dayanan bir yerel kültürü ve buna koşut yerel ağzı vardır. Yozgat ağzı da bunlardan biridir ve ülkemizin en etkili, en içten, en sevimli söyleyiş özelliklerini taşımaktadır. Örneğin İstanbul ağzıyla, “Ne yapıyorsun?” cümlesi Yozgat ağzında, “Norüyon?” ; “Şişmanlamışsın, sanırım çok yiyorsun.” cümlesi de, “Şişmanlamışın, ellaham çok yiyon.” biçiminde kullanılmaktadır. Peki, ne var bunda? Sakıncası ne bunun? Efendim, kabaymış, görgüsüzceymiş, falan filan. Bana hiç de öyle gelmiyor. Ben bu tür deyişleri çok içten ve sıcak buluyorum.  Siz; Yozgat ağzıyla uğraşacağınıza, dilimizi sosyal medyada yozlaştıran yeni yetmelere karşı çıkın. “Merhaba!” yerine, “Mrb!” ; “Tamam!” yerine, “Ok!” ; “Allah’a ısmarladık!” yerine, “Bye!” diyenleri eleştirin.
Atasının, köylüsünün dilinden utanmak da  ne demek?.. Utanacağınıza bunları sahiplenin, bu kültürel ögeleri çocuklarınızın tanımasını sağlayın. Yoksa öz kültürünüzün yerini, ne olduğu bilinmeyen yoz bir kültür alır.
Yazımı Yozgatlı hemşehrimiz Şair İlkay Coşkun’un 159 beşlikten oluşan “Yozgatça” adlı şiirinden birkaç alıntıyla noktalıyorum:

kuru fasulyeye, ağ pakhla
yeşil fasulyeye, goğ pakhla
kızarken birine, sıracalı
bahaneye, mahana
diyorlar bizde

sümüklüye, hortuklu
yazmaya, yaşmak
çamaşıra, asbap
çok iyiye, tavatır
diyorlar bizde

rüzgârsız yere, dulda
uslu dura, dölek dur
sırta, yağannı
galibaya, zaar ki
diyorlar bizde

danaya, bıza
yatağa, döşek
patlıcana, baldırcan
avuçlamaya, gavralamak
diyorlar bizde
… 
musluğa, gurna
yeniye, gıcır
göğse, bağra; döş
yaramaz çocuğa, göbel
diyorlar bizde

çocuğa, uşak
yumruğa, sumsuk
yuvarlağa, tombak
asfalta, susa
diyorlar bizde