TÜRK milleti oldum olası yetim büyümüştür. “Dede yetimi” diye bir deyim beyhude ortaya çıkmamıştır. Hamisiz himayesiz kalmış, Türklüğünü unutturmaya, aşağılayanlara karışı kaş çatmış, baş eğmemiştir.
Siyasi gücü elde eden muktedirler adalet terazisini kendilerine göre ayar ederek, yetim Türk milletinin haklarına tecavüz edip, devletin malını ganimetmiş gibi kendinden gördüklerine nimet olarak sunmuşlar. Yetim Türk aç-açıkta kalmış, namerde el açmamış, “yetimim fakat öksüz değilim, benim anam var, anam Anadolu’dur” düşüncesiyle ah çekmiş, devletine ah etmemiş, asi olmamıştır.
Dün Türklüğü, Türk milliyetçiliğini ayakları altına alanlar, Türk milleti sayesinde hayatta, ayakta kalabildiğini unutmuş, yeni bir türküyle yola çıkarak, Ümmet söylemini geliştirerek, yeni bir dinmiş gibi siyasi alanlarda dört parmak işareti yaparak kutsal dinimiz İslam’ın halifeliğine soyunanlar, gerçek ümmetin Türk milleti olduğunu anlayamamışlardı.
Sünnet olan, sünnete uyan her Müslüman’ım diyeni kendi otağında toplayacağını zannederek Türkçülüğü ırkçılıkmış gibi haykıranlar, ya İslam’ı anlayamamış ya da Türk tarihini, medeniyetini, merhametini, cesaretini, adaletini okumamış, anlayamamıştır.
Yetim Türk milleti buna benzer çok badireler atlattığından olsa gerek, ah demişse de, ah etmemiştir.
Türk milletini diğer milletlerden ayıran en önemli özellik; inandığı kişilerin peşine düşmesidir. Aklı ön planda tutar, yanıldığını anladığında vakit kaybetmeksizin terk eder. Biat kültürü Araplara mahsus bir gerçektir.
Arap halkının en önemli özelliği, aklı ve mantığını ikinci planda tutan, güce dayalı yönetime tabi olan bir millettir.
İslam halifeliğinin Muaviye’ye geçmesiyle saltanata dönüşmesi tesadüfi değildir. Peygamber Efendimizin Torunları, Hz Hasan’ın zehirlenmesi, Hz Hüseyin ve efradından yetmiş iki kişinin Kerbela’da şehit edilmesine engel olmayan, Yezid’in gücüne boyun eğip biat edenler, sünnet olmuşlar ama, Seyyit’lerin Sahabilerin, her şeyden önce, kendi kavimlerinden olduğu halde ALLAH’IN yer yüzündeki son elçisi olan Hz Muhammet Mustafa Asv’me gönderilen Kuran’ı Kerim'in hükümlerini, adaletini yok sayarak ihanet etmişlerdir.
Türk Milleti ise; ALLAH’IN son elçisi olan, Peygamberimiz Hz Muhammet Mustafa sav’mi hiç görmeden İslam dinini benimsemiş, iman etmiş bir toplumdur. Türk milleti, İslam dinini akıl ile birlikte yaşam biçimine dönüştürerek, Hz Peygamberin hedefleri doğrultusunda İslam ve İnsanlığa hizmet etme gayretine girmiş, Kuran’ı Kerimi rehber, Hz Muhammet Mustafa sav efendimizi, gecenin karanlığını aydınlatan hilali en kutsalı yaparak, sancaklaştırmıştır.
Hz Ebubekir’i sadakatin sembolü, Hz Osman’ı ilim kaynağı, Hz Ömer’i Adalet timsali, Hz Ali’yi de kendi akrabası olarak kabul etmiş, bileğine, yüreğine gücün simge olarak hıfzetmiş, dinimiz İslam’ın en şerefli sancaktarı saymıştır..
Bugün İslam coğrafyasına baktığımızda, sözde İslami yönetimlerin başında bulunduğu Müslüman topluluklar adaletten yoksun, gerçek İslam’la bağdaşmayan, kan ve gözyaşı göllerinin oluştuğu, bir taraf zevki sefa içerisinde yaşarken hemen yanı başındaki komşularının açlık susuzlukla çırpındığı, Siyonist yönetimler tarafından kullanılarak yüce dinimizi terörle bağdaştırdığı en acı gerçektir.
Bugün Suriye’de yaşadığımız hadiseler, “Barış Pınarı Harekat” esnasında yüzleştiğimiz, “ümmet” kardeşimiz olarak bildiğimiz kalleşlikler bir Türk olarak beni hiç mi hiç şaşırtmadı. Şaşırmadım, çünkü biz yetim Türk evladıyız.
Dedelerimiz Medine Müdafaası yaparken, onlar şehit ettikleri Osmanlı Türk askerlerinin naaşlarını su kuyularına atmak suretiyle, bir nevi Medine’yi Kerbela’ya çevirme gayretindeydiler, başardılar da. Sevr Antlaşması sonucu Mekke’den Anadolu topraklarına çekilecek olan Türk askerlerinin komutanlarından son bir arzuları vardı; Kabe’yi tavaf ederek ayrılmak…!
Onların bu arzusunu çok gören İngiliz uşağı Araplar, birliklerimizin önüne geçerek, “eğer Kabe’ye girecek olursanız ateşe vereceğiz” diyerek bu masum, kutsal göreve mani olmuşlardı.
Filistin’de Kutsal mabetlere en ufak bir zarar gelmemesi için Kudüs’ün dışına çıkarak zor bir savunmayı tercih eden askerlerimiz günlerce aç, susuz bir şekilde savunma yaparken, Filistin halkı bırakın direnişe katılmayı, bir yudum su bile vermedi.
Yemen’de yamyamlara yem olduk. Kanal harekâtında çöllerde boğulduk, Irak’ta sırtımızdan vurulduk, Galiçya’da ayazdan kavrulduk, Kut-El Emare’de yazılan destanımızı unuttuk. İşin en kötüsü de Osmanlı Sarayı tarafından imzalanan Sevr ile yetim ve öksüz kaldık, yok olduk.
On yıl dile kolay, on yıl boyunca evlerimiz, köylerimiz, kasabalarımız ersiz kaldı. Yeni nesil türemediği için yaşlı anne babaların gözleri fersiz kaldı. Her şeyden önemlisi de Türk milleti sersiz kaldı. Ata yurdumuz Anadolu’da elden gitti. İtilaf devletleri tarafından bölge bölge taksimatlar başladı. İngiliz’i, Musul, Kerkük’e Fransız’ı Adana’dan Kayseri’ye İtalyan’ı, Akdeniz’e, Yunanlı'sı Ankara’ya kadar dayandı. Ermeni-Rus işbirliği ise Sivas’tan gerisini sınır saydı. Türk milleti sersiz, Anadolusuz öksüz ve yetim kaldı..! Türk Babasız büyür, annesiz hayatını idame ettirirdi de, Anadolu Türksüz, Türk yurtsuz kaldı.
Her Türk Asker Doğar da, Türk milletinin eteği tutuşmadan ayağa kalkmazdı. Kalktım mı da onu kimse durduramazdı. O ser yine kendi içinden doğacak, milletine kendini inandıracak, gavura teslim olmayacaktı. İşte o ses 19 Mayıs 1919 Tarihinde Samsundan geldi.
YA İSTİKLAL YA ÖLÜM… Bizim kültürümüzde biat yoktur. Değerleri uğrunda, hedefleri doğrultusunda İnandığı kişinin peşine düşmek, can vermek vardı. Bu yüzden milletimiz yetim yaşadı. Birileri ümmet, sünnet diyerek Türklüğü aşağılasa da, tarih tekerrürden ibaretti. Keşke Türkiye Cumhuriyetini yönetenler Türk’ün Türk’ten başka dostunun olmadığını. Şahsi ve siyasi emelleri için sözde İslam kardeşliği yerine, tıpkı bugün haykırdıkları gibi; TOPUNUZ BİR TÜRKİYE CUMHURİYETİ ETMEZ…! Demekte bu kadar geç kalmasalardı. Yetim Türk bir ah daha çekti, ah etimi bilinmez…
Türk; İslam’ın ve İnsanlığın son hamisidir. 
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
Vatan Uğuruna canveren bütün şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum...