BEŞ altı tane ilköğretim öğrencisi olan Merve’nin arkadaşları. Yazdığım Kitaplarımdan sıkı bir okuyucularım, beni ziyarete geldiler.
Merve nizamiye çavuşu gibi başımda dikiliyor, diğer arkadaşları da karşı kanepeye yan yana oturarak , suphanallah boncuğu gibi süzülüyorlardı.
Sohbetimiz geniş bir derinlikle devam ederken.
Esra civirdek bir kuş gibi hemen lafa karıştı:
-Evet amca. Birde yeni kitabın adı ne olacak?...
Büşra çekingen ve utangaç tavırlarla oda söylendi:
-Şeeyy…Bizlerden de bahseder misin?. Beni de yaz… Ne olur, dedi.
Mehtap kendinden emin bir şekilde:
-Beni de yazarsan!… O kitabı ölünceye kadar saklar. Gözüm gibi korurum, diyordu.
Postacı elinde bir sürü mektuplarla pencereye gelip dayandı.
Betül postacıya yaklaşarak uzatılan paketi postacının elinden aldı.
Üzerindeki yazıları önce sessizce kendisi okuyarak, daha sonra da:
-Hamit amca. Manisa Alaşehir den geliyor, diyerek. Birlikte gelen paketi açtılar.
Vatanına. Yiğitlerin harman olduğu yeri… Yozgat’a sevdalı ve memleketine hasret kalan emekli baş komiser.
Araştırmacı Yazar ve Şair Memduh Şenol’un küçük kızı “Sürmeli Çiğdemden den.”
Bir vefa örneği göstererek haçlığından artırarak aldığı bir kitabı hediye… olarak gönderiyordu. Yolladığı bu hediyeyle bir de Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (sav) in bir sevgi gülünü ikramda bulunarak. “Hediyeleşin” emrini yerine getirmiş oluyordu.
Postayla gelen bir kitaptı.
Sevgi, dostluk, Gülleri saçan yazılar ve imzası:
-Amca!…Yeni kitabında da başarılar dilerim. Yolların hep açık ve Allah yardımcın olsun, diyerek dualarını da sıralamıştı.
Postayla gelen hediyelik kitap konuşması ve sohbet sürerken. Bir anda evimizin ön penceresinde bir sürü çocuklar daha belirdi.
Mahallenin en tatlı yaramaz çocuklarından. Sarı Yasin… Arkadaşlarını toplamış onlarda pencere önünde bir manga asker gibi dizildiler.
Aralarında birde etine dolgun sevimli ton ton Ali Kağan arkadaşlarını kakıştırarak sanki bir derdi bir sıkıntısı yada bir şikayeti varmış gibi hareketler sergileyerek konuşuyordu:
-Çekilin yağ birazda ben bakayım. Hem’i bir şey söyleyeceğim, diye...
Oda yerini alarak söylendi:
-Selamünaleyküm. Hamit amca!… bu Yasin var ya… senin ağlayarak ekmek ufakları döktüğün. O Karıncalarını öldürüyo. Yapma!. amcam çok üzülür dedim beni hiç dinlemedi, diye.
Şikayetini bitirerek. Oda gürültüye ayrı bir renk katarken.
Yaramaz çocuk sarı Yasin.
Öldürdüğü Karıncalardan dolayı hatasını anlayarak ve bizlere daha iyi görüne bilmek için.
Ellerini havaya kaldırarak seçim konuşması yapacakmış gibi söylendi:
-Arkadaşlar… Beni iyi dinleyin. Hamit amca var ya… müdür oldu!… Bakın bakın masasında bayrak bile var, diye. Arkadaşlarının yanında övünerek birazda kasılarak seviniyordu.
Gürültüler bir hayli çoğalmıştı.
İçeride oturan çocuklar. Pencere dışarısında. “Müdür idi. Yazar idi” diye, yapılan tartışmaları sürerken sonunda.
Elindeki kitapla Lale yi kızdırdılar, pencere önündeki çocuklara kızarak onları yanlarından uzaklaştırmak için:
-Gürültü yapmayın, diye. Onları azarlayarak, cadı kazanını kaynatıyorlardı.
Misafir misafiri istemezmiş. Ev sahibi de hiçbirini istemezmiş...
Evet ben ev sahiplilikten de, misafirlerden de, gürültüden de rahatsız değildim. Çünkü Çocukların gözlerine bakarak onların çocukça öfke ve sevgi hareketlerini seyrediyor, mutlu oluyordum.
***
Bir çocuk bana dolu ceplerinden, erik verdi.
Bunları, karşı bağdan yolduk.
İstersen daha getirelim diyerek...
Rızasız bahçe yolunmaz diyen.
Çocuk olmak istiyorum.
***
Selam ve dualarımla.