Kısa bir süre önce vefat eden gazetemiz köşe yazarı Yılmaz Göksoy’un anısını yokluğunun ilk bayramında canlı tutmak için geçtiğimiz Ramazan Bayramı’nda yayınlanan köşe yazısını sizlerle paylaşmak istedik.
Bu vesile ile Yılmaz Hocamızı bir kez daha rahmetle anıyoruz.
Uğradım Bozok’a al yeşil olmuş
Ala çamlı karlı bellerin gördüm
O yer cennet misal ne hoş süslenmiş
Al kırmızı gonca güllerin gördüm

Gazi Mustafa Kemal Atatürk “Bizim milletimiz, eski ve şerefli bir millettir. Zaten Orta Asya’nın Altay Yaylası’nda yetiştiği için kartalın üstün niteliklerini daha gençliğinde kazanmıştır, ta uzakları görür, hızlı bir uçuşu vardır ve bu ruhu barındıracak kadar kuvvetli bir beden sahibidir. Zaten maddi olsun, manevi olsun hiçbir sıkıcı sınır içinde durmaz yaradılışta olduğundan yüksek anayurdunun, dünyadan uzak vaziyetine isyan etmiştir. İşte o zaman bu ilk Türkler, başlarını alarak dünyanın hem doğusuna, hem batısına yayıldılar.(1)” Özlü sözleriyle nitelendirdiği yayla kartallarının en bariz şekilde anlatılışıyla yaylamız Bozok’un da ve üstünde uçuşan şah ve ak kartalların süzülmesiyle şanı anımsanır ki, Oğuz geleneğince “Bozok” adı verilen yaylamızın öyküsü, atalarımızın bundan 900 yıl önce Danişmentli Türkmenleri olarak yerleşip yurt tutmasıyla başlar.
Mete Han(Oğuzhan) oymağı Koyunluların adını verdikleri Koyunluyusufözü çevresine, tekke ve zaviyesini kuran Emirçin-i Veli de aynı oymağa mensup olsa gerek ki: 
“Bir Koyunlu Çin’e gider han olur,
Çin Seddi’ni aşar, geçer şan olur,
Yeşil sarı ırmaklarda oturur.

Fağfur olur, bütün Çin’e buyurur.”(2) dizelerinde Kılkışlı Hüseyin Hüsnü’nün belirttiği üzere, Oğuzhan’ın Çin İmparatoru yani, Fağfur olarak Çin’e hükmetmesini içeren menkıbesinin Emir Çin-i Veli ye uyarlanışını, Osmanpaşa’ya uğradığınızda köy halkının tümü size gururla anlatır.
Koyunluyusufözü adını koyup, imzasını atanların ahvatları yaylamız Bozok’a ve yöredeki sıra dağlara “Yazır Dağları” adını vermek suretiyle mühürlerini basmışlardır. 
Seyrani’nin “Yozgat’ta bulunur yiğidin merdi” övgüsünü yaptığı Bozok Yaylası’nın halkından yaz-kış yayladan-yaylaya, kışlaktan-kışlaya dolaşan Sarıkeçili yörükleri anlatılırken “Yörükler fevkalade cesur, sağlam bünyeli adamlar olup atıcılık, binicilikte üstün yeteneklidirler. Kadınları dahi her nev-i silah kullanmasını bilir, misafirperver olmakla birlikte temiz kalpli kimselerdir” denilmekte.
Bu kadar ünlü ve köklü geçmişi olan yaylamızın en büyük özelliklerinden birisi de, bazı mevkilerinin yazın yayla, bazı mevkilerinin de bugünkü deyimiyle kışla(kışlak) olarak kalınan, koyun-keçi, at ve develerin seyran ettiği bol otlu-sulu gür ormanları, buz gibi kaynaklardan oluşan geyiklerin höğrüştüğü, turnaların dönüp dolaştığı bir yurt oluşudur.
Şu dizileri sunulan;
“Yayla yollarında göç kater kater,
 Ateşim yanmadan tütünüm tüter,
 Yaylanın pınarı bal; bana yeter,
 Arının yaptığı balı niderim.

 

Yarim gelir de bahar ilen yaz ilen,
Göle düşmüş de ördek ilen kaz ilen,
On beşinde kaba dorlak kız ilen,
Sevilecek günün geldi yaylalar”

Şairin duyduğu yayla özlemini duyan, Malatya-Maraş, Halep-Adana, Aydın-Muğla yöresinden gelip yazları yayladıktan sonra güzleri yurt ve yuvalarına dönen oymaklar “Rumi Mart ayının sekizinde varmazsam, dokuzunda duramam” der ve yayla yolunu tutarlar, Kasım ayının ilk haftasında kışlakta olurlarmış. Yaylaya giden yörük yağmurdan-çamurdan, dövüşten yıldığından “Ah töbe(tövbe) kara töbe” deyip yaylaya gitmeye tövbe edermiş. Bahar gelip çiçekler açınca da “Yayla yolları burcu burcu kokuyor, buna can mı dayanır, ak töbe, kara töbe de olsa gideceğim” deyip yaylaya tekrar gitmek için tövbelerini bozarlarken bir-bir buçuk ayda konup-göçe göçe Bozok Yaylası’na doğru sürülerini otlata otlata yol alırlarmış. Gerek bu yolculuktan doğan ilhamla, gerekse yazın yaylaya çıkıp, kışın ise kışlaklara dönen yörükler ortak bir kültür oluşturmuşlar. Örneklerini sıralayacak olursak, yaylaya doğru yol alan obaların ön katerini, obanın en güzel kızının çekişi,
“Sırtına giymiş de sıkma sayayı
Yedeğine almış ağca mayayı
Gözle Çiçekdağı gelen sunayı
Ağca mayaları züldöğüp gider
Bir karış gerdanı yer döğüp gider”
dizeleriyle yansıtılmakta.
Koyun-kuzu kaymak ve peynirle bilinen, unutulmayan tatlı öykülere sahne olan yayla hayatı eş seçiminde de kaç ve göçten uzak, beğenerek ve beğenilerek yurt ve yuva kurmaya da sebep olurdu. Örneğin, yayla yolunda sevdiğini anışını;
“Gidiyorum yayladan
Güz geldi onun için
Her pınardan su içtim
Sevdiğim senin için”
deyişiyle sevgilisine içini döküşü. Halep- Adana diyarlarından gelip Divanlı’da yaylayan yörüğün kızı Döndü’ye gönlünü kaptıran delikanlının hevesinin kursağında kalışına yakılan türküde;
“Aşağıdan gelir Döndü’mün göçü
El ele vermiş gider güzelin ucu
Yollara dökülmüş Döndü’mün saçı
Irgalanan saçı olsam Döndü’nün”
Döndü’nün arkasından deyişler söylenip acılar çekilir.
Yayla kültürü dedik ya! Bir bakarsınız yayla yolunda doğum ağrısı tutan hamile gelinin doğurunca utancından yavrusunu bir meşenin dibine bırakması, yayla dönüşünde yüreği yaralı gönlüyle meşenin dibine koştuğunda ne görsün, bir geyiğin yavrusunu emzirirken bulduğunu.
Muğla taraflarından Akdağ yaylasına doğru yol alırken, gece beşiğin çamlara takılmasıyla düşen yavrunun kuzgunlar tarafından parçalanışının trajik öyküsünü;
“Tuzla’dan aldım tuzunu
Akdağ’a serdim bezini
Kargalar mı oydu gözünü
Bebek beni del eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi”
dizeleriyle kederlenmesini, dinlersiniz.
 

“Mamalı’dır benim adım 
Rum’da söylenir dadım 
Her konakta binbir çadır”
diyen Bozok Yaylası’nın en büyük oymağı Mamalılar’ın yaylada biri kendileri, diğeri misafirleri için iki çadırları olurmuş, yiyip içmek ve yaylada yaylamak üzere yaylaya gidiş ve dönüşlerinde şen-şakrak davul zurna eşliğinde gidip gelirlermiş.
Yerli yaylacıların yaylaya göçümleri genellikle Hıdırellez’de başlar, ekinler biçildiğinde tarladaki sineklerin yaylaya akın etmesiyle yayladan yazlıklara göçülür, güzün yağmurların erken yağıp otların yeşerdiği güzleklere gidilir. Kışın ot ve çayır stoklarının bulunduğu kışlaklara inilip, kışlaklarda ağıllar, mağaralar ve çadırlarda kalınırdı.
Kışın uzun sürmesi, yolların kardan-tipiden kapalı oluşunda ot ve saman bulma güçlüğü, sürülerin açlıktan kırılmasına sebep olduğundan Bağdatlıoğlu’nun üzüntüsü şu dörtlükle vurgulanmış;
“Bağdatlıoğlu giyer dizlik
Kesede kalmadı yüzlük
Çifte kurban oldu güzlük
Niçin esmen garb-i yeli”

Yaylaya köy arazilerinden rahatlıkla gidilmesi, sürülerin çevreye zarar vermemesi için “Göç yolu” adında geniş meralar bırakılmasına rağmen yine de bazı tatsız olaylar fıkralarla anlatılır.
Ekinine sürüsünü sokan yaylacıya tarla sahibinin ‘Kulun kölen olayım, sürünü tarlamdan çek’ diye yalvarmasına, yaylacının ‘Sürü çekilmez sen tarlanı çek’ deyip çıkışması.
“Çiftçi ekinine zarar verdiğinden yaylacıyı dövmüş. Dövülmeye içerleyen yaylacı içinden ‘bunu sana koymam’ deyip ahdetmiş. Her sene ekin biçilip yığın yapılınca gece gelip çiftçinin yığınlarını ateşe verirmiş. Bir iki değil, her yıl böyle olunca çiftçi yığınların yanında yatmaya başlamış. Gecenin birinde yaylacıyı yakalamış ‘benden ne alıp veremeyeceğin var, ocağıma kara su bağladın, niçin ekinimi yakıyorsun?’ sorusunu sorunca yaylacı, ‘sen beni dövdüğünde ahdetmiştim onun için gelip yakıyorum’ der. Çiftçi bu yanıt karşısında da ‘peki sen geliyon ya (eşeğin üzerindeki çocuğu göstererek) şu sabi yavruyu gece neye getiriyorsun deyince de, ‘Ben öldükten sonra yakma işini onun sürdürmesi için göstermeye getiriyorum’ demiş.
Kuşçu Köyü’nde tanık olunmuş; 
“Adam erkenden tarlasını yoklamaya giderken yaylaya giden sürünün başındaki delikanlı ihtiyarı evire-çevire dövüyo. Yıllar sonra aynı Kuşçulu o mevkiye vardığında yine bir delikanlı  ihtiyarı döverken görüyor. Döven meğerse önceki dövülen ihtiyarın torunuymuş, dedesinin intikamını alırcasına torun delikanlı, dedesini döven babasını dövüyormuş.” ‘Etme bulma dünyası derler ya’
Yaylaya gitmeye ve gelmelere ait fıkralara da değinecek olursak; 
“Barak Türk-menleri’nden Ömer Bey, eşi Zöhre’nin yayladan ayrılıp Yozgat’a gitmeyişinden dolayı ikna için dil döker”. 
‘Zöhre ver elini elime
Konuşak tatlı dil ile
Dediler Yozgat iline
Cepkenli beyler erişti

 

Ömer Beyim der eğmeye
Hacet kalmadı sormaya
Dediler koyun sağmaya
Gül reyhanlı kız yetişti’

Geçmişte ormanlarla kaplı, Abazakışla Köyü’nün yerine yaylamaya gelip, güz gelince yurtlarına dönen yaylacılar peynir tuluklarını, yağ küleklerini, kap ve kacaklarını develere yükleyip göçerken, ayı-günü yakın obadan kimsesiz hamile bir kadına binecek hayvan kalmadığından, kulübe yapıp yetesi kadar yiyecek bıraktıktan sonra “Sen kışın bu kulübede kal doğumunu yap, tekrar yaylaya geldiğimizde alıp götürürüz” derler. Çaresiz garip ister istemez razı olur, doğumunu yapıp yavrusunu bağrına bastığında çevrede dolaşan kır serdarları kış günü, ıssız ormanın içinde bir bacanın tüttüğünü görüp vardıklarında, kadından öyküsünü dinledikten sonra içlerinden birisiyle evlendirip, köyün kurulmasına vesile olurlar.
Gönül ister ki, anlı-şanlı, güzel yaylamıza el atılıp devletçe yazlık ve yayla evleri yapılmasına imkan tanınmak suretiyle şenlenmesini dilerken, yazımızı ilginç bir dörtlükle bağlamış olalım;
“Güzeller de çadır kurmuş oturmuş
Çoban boz koyunu yaymış getirmiş
Esmiş acı poyraz kaymak yetirmiş
Sütü kaymağı bol yaylayı gördüm”

Kaynak:
1-Erol Mütercimler, Fikrimizin Rehberi Gazi M. Kemal İstanbul 2008 s.40
2-Kılkışlı Hüseyin Hüsnü, Ülkü, Cilt:2 Sayı:7 İstanbul 1933