COVİT-19, insanların günlük yaşamlarında kaçınılmaz değişimleri zorunlu kıldı. İster çalışma yaşamında, ister özel yaşamda her şekilde kısıtlamalar, korkular, endişeler hep öncelik aldı. Özellikle kadınların, aile bireylerini koruma iç güdüsü, anne olma duyarlılığı ile bütünleşince sorumlulukları arttı.

Mutfakta bir kez yıkadığımız yiyeceği; iki kez, üç kez yıkamaya başladık. Kuraklık nedeniyle barajlardaki su oranının azaldığı ve tasarruflu kullanılmasına ilişkin çağrılara rağmen, çamaşır makinelerimizi iki kat daha fazla çalıştırdık. Günlük el ve beden temizliği alışkanlıklarımızda da hassas olduk. Yaşları kaç olursa olsun, çocuklarımıza hijyenin önemini anlattık bıktırırcasına. Soğuklar geldi, ekonomik sıkıntıya rağmen kombileri yaktık, faturalar boyumuzu aşınca otururken battaniye, yatarken çift yorgan kullanır olduk. Salgınla ilgili önlemleri kararlaştıran bilim kurulu üyeleri, zaman zaman "Biz de bilmiyoruz, bize de veriler söylenmiyor." türü açıklamalar yapsalar da çağdaş bilime olan inancımız ve bilim insani kimliğine saygımızdan olsa gerek, uyarılarını dikkatle uyguladık.

Günlük yaşam, dört duvar arasına sıkışıp sokağa çıkma yasakları da devreye girince, ister istemez TV’lerin zorunlu izleyicisi olmamız da kendiliğinden oluştu. 

Rengarenk ekranlar, kerameti kendilerinde gören uzmanlar, polisin bulamadığı kaybolanları bulan, cinayetleri çözen, dağılmış aileleri stüdyoda buluşturan programlar. İnsanlara ne yiyip içmeleri gerektiğini anlatan ancak önerdikleri gıda malzemesinin çoğunu, bu ülke nüfusunun yüzde 75’inin tatmadığını, adını ilk kez duyduğunu düşünmeyen beslenme uzmanları. Kendi ülkesinin futbol takımında oynamayı tercih ettiği halde, milyonlarca euro veya dolar ile ülkemizde bir takıma transfer olunca Türkiye’yi çok sevdiğini tercüman aracılığı ile anlatan futbolcunun yaşamı.  Siyasetçilerin ülke sorunlarına, günlük yaşama yararı olmayan konuşmaları… 

Ve bizler, yaşama anlam kazandıran tüm güzelliklerden uzak; bize sunulan koşullarda, başımızda Demokles’in kılıcı gibi sallanan Covid-19'un bitmesi için dua ettik. Bize sunulan renkli ekranların renkli yaşamlarına; kimimiz öfkeyle, kimimiz özlemle bakarak ayakta kalmaya çalışıyoruz.

Bu bir yıllık sürede; kendimiz, sevdiğimiz ve değer verdiğimiz insanların yaşamına dokunmayı, sevginin, dostluğun, dayanışma ve paylaşmanın, insan yaşamına dokunmanın mutluluğunu yaşamayı özledik.

Baharda bir ağaca sarılmayı, bazen bir hayvanı okşamayı özledik. Kış geldi, karda yuvarlanmayı, kardan adam yapmayı, kar topu oynamayı, kışın o olağanüstü güzel resmini çizdiğimiz anıları hatırlayıp özledik. Kendi çocuğumuzla oynamayı özlediğimiz gibi, anne-baba, kardeş sevgisine hasret bir çocukla oynamayı, o çocuk masumiyetini tatmayı da özledik.

Koşullar ne olursa olsun; yarını, geleceğimizi şekillendirmek için kendimizden uzaklaşmadan, bu salgının bize dayattığı yaşama karşı sağlıklı kalmanın önemini unutmamak gerek.

Zorunlu iş ve görevlerden arta kalan zamanlarımızda, TV ekranlarından bize yabancı ama bizim yaşamımız gibi sunulan toz pembe yaşamlardan uzak durun.

Resim yapın, günlük tutun, hiç kimse okumayacak olsa da bir öykü yazın, şiir yazın, müzik dinleyin, dans edin. Televizyonların tuzağından kendinizi koruyun ama çok beğendiğiniz bir programı izlemenin de zevkine varın. Bazen de bir kitabın sayfaları arasında gezinin. Bir film izlerken kendinizi görün, kendiniz olmayanı da görün. Ancak yaşamdan, yaşam içinde var olan hiçbir şeyden korkmayın; yaşam, ona sahip çıktığınız sürece yaşanabilir.

Bu sağlıksız günlerin sona ereceğini, güzel günlerin, insanlar ve tüm canlılar için var olduğunu unutmayın...