Bir daha dünyaya gelseydim bir çift papucum olsun diye kendimi paralayıp durmazdım. Yalınayak yürürdüm yağmurlarda ve sırılsıklam olduğumda tepeden tırnağa saçlarım kurusun diye uğraşmazdım. Üşüsem de karlar altında niye bir paltom yok diye hayıflanmazdım. Oynardım kardan adamlarımla, kayardım dik yokuşlardan kızaksız. Dizlerim parçalansa da umursamazdım ve asla çocukluğumu, gençliğimi bir dakika dahi ertelemez, yaşardım alabildiğine güzel, yalınayak.
Kısa bir kurşun kalemin, uzun bir hafızadan daha kıymetli olduğunu bilseydim, küçük notlar alırdım, küçük notlar yazardım sevdiklerime. Onları şaşırtırdım yazdığım dörtlüklerle. Seviyorum seni anne derdim, seviyorum seni baba, çok seviyorum seni Ayşe…
Umutlarımı askıya almaz, hayallerimi sonsuz kılmazdım. Yaşayabildiğim ne varsa, hayatın bütün satır aralarında neleri ıskalamışsam ve neleri atlamışsam sevgiye dair, hepsini itinayla doldururdum. Öyle ki bir eksik bırakmazdım. Söylerdim çok özlediğimi, söylerdim hatalarımı ve özür dilerdim sevdiklerimden, kırmazdım asla hiçbirini sonra ertelemezdim sevmelerimi yarınlara.
Sevdiğim varlığın isteğini bugün yarın diye geri çevirmezdim ve o ansızın hayatımdan sonsuza dek çıkıp gittiğinde oturup günlerce ağlamazdım işte. Ziyaretlerimi ümitle bekleyen, “nasılsa bir ara giderim” diye çokça unuttuğum anne ve babamı asla ihmal etmezdim. 
Yakalandığım kopyalarda itirazlarımın yerini özürlerim alırdı. Bir daha yaşama şansım olsaydı eğer,  olabildiğince insan, olabildiğince kibar ve olabildiğince alçak gönüllü olurdum. Kırdığım her canlıdan, üzdüğüm, haksızlık ettiğim herkesten hemen özür dilerdim.
Yaşamak güzelmiş, geç fark ettim. Bilseydim karların böyle erken yağacağını ve kışların, yazların, bir gün ömrümün son anlarını çalacağını sonra ansızın yaşlanacağımı düşünebilseydim eğer, ne kendime, ne de başkalarına şu kısacık hayatı zindan ederdim.
Bilseydim eğer, geçen yılların bir daha gelmeyeceğini ve bilseydim yarınların çok geç olacağını, anlarımı zehir etmezdim. Yaşardım alabildiğine şarkılarla, türkülerle, gülücüklerle.
Beklemezdim teşekkür etmeyi ve beklemezdim hatalarımın kendiliğinden düzeleceğini. Hemen teşekkür eder ve hemen düzeltirdim yanlışlarımı. İnsanların benim yüzümden üzülmelerine yasaklar koyardım. Bütün sevme duygularını serbest kılardım. Sevsinler, seveyim diye…
Öyle ya da böyle bir çoğumuz yanlış yaşıyoruz bizlere bahşedilen canım hayatlarımızı. Ha babam erteliyoruz, ha babam yarınlara bırakıyoruz bütün güzellikleri. Çıplak ayak koşarken kırlarda, ayaklarımıza batsa dikenler ve kanatsa ayaklarımızın altını toprak ne çıkar? Ne eksilir ki hayattan? Aslına bakılırsa kaybettiğimiz büyük zamanlardır ve kaybettiklerimiz gül dikenlerinin ince sızılarında saklıdır. Yani batsa ne olur o güllerin dikenleri?
Şikayet ederek nereye varabiliriz ki? Kısasa kısas neyin sonucu? Ya da neyin başarısı olabilir ki? Bazen sessiz, bazen öfkesiz olabilsek ve özür dileyip, teşekkür edebilsek, hayatı paylaşmayı tehir etmesek ne çıkar? Kim kazanır sizce? Unutmayın! Yarın bunları yapacak bir şansımız olmayabilir.