Haldan anlamaza düşmüşem, gece gündüz ölmüşem, çare bilinmez neye çekmişem, ben bende değilem bugün…”
    Ana yaram derinde, el çek ana yüreğimden, yüreğim gelmesin “o” yıkıldığı yerden. Bugün bayram ana, kederler kalburüstü, göz yaşlarım değirmen taşlarında dövünüyor, yüreğim közlerde, ataşlarda kavruluyor. Ay ana, gelme bu kadar üstüme, bayram başıma geçiyor. Cehennem bu olsa gerek, etlerim kemiklerimden firar ediyor. Sinem onmaz yaralarda başımı taştan taşa vuruyor…
    Sokaklar başıboş bayramlık çocukların ayak seslerinde üç kuruşluk şeker arıyor. Bir simitçi ötelerden bağırıyor, bayramın kader salıncaklarında kimsesiz çocuklar ölüyor. Belki de kimseleri var ama biraz yetim, biraz başıboş. İşte çocuklar soluyor bayramlar arası bu öksüz kentin, öksüz sokaklarında…
    Şimdi bana soruyorsun; “Oğul bu halin nedir? Kimedir yüzünün döküklüğü? Bu perişan halin hayır mıdır? Şer midir?” Ne hayırdır, ne de şerdir, benim bu naçar halim ezelden ebede geçendir.
    Dün başıma yıkılan ne varsa, bugün altında kalan yine bu aciz yüreğimdir.
    “Ay! Ana sorma dedim sana, sorma yaram yardan aşmış, yar yüzüme azar, yar sineme mezar kazar olmuş.”
    Ne gelen bayramlardan, ne de bu bayramdan hayır yok. Yar kalbime acıyı, ayrılık yaftasını karar saymış.
    Sigaramdan arta kalan kül karasında, yamalıklarda, naylon terliklerde, yırtıklarda, söküklerde, sokak başlarında, meydanlarda, çığırtkan çocukların mendil parasında, anaya özlemin en büyük yarasında ve bu bayramın umutsuzluk karasında, bir çocuğun babasına düşen gönül yarasında, ruhuna Fatihalarda ıssız bir mezar taşında, kara toprağın soğuk bağrında, ağıtların ve çatlayan atların boğuk kişnemelerinde, güneşi doğmayan, yağmuru yağmayan bir iklimin en çorak parçasında, unuttuğunu unutan bir yârin zeytin karası gözlerinde, o külün rüzgâra seslenen en ölüm yerinde, sigaramdan arta kalan külün diyorum ana en çocuk sesinde, bir hainin zalim yüreğinde rehin kalan yüreğimle, aç çocuklar gibi ağlayıp duruyorum, bir lokma ekmeğe hasret garip gibi…
    Gözlerimi resimleyen kimsesiz çocukların ellerinde torbalar, torbalar içinde çikolatalar, kapı kapı adımlıyorlar umudun şekerlerine bin bir dualarda. Masum çocuklar cesedimin gölgesini çiğniyorlar.
    Gölgem bayramı kuşatmış, bayram cesedime pusatmış… Bayram en büyük cezaymış yüreğime, yüreğim zehir zemberek yalanlarda, meydanlarda, darağaçlarında sallanmış. Ne kadar pusat varsa acıya dair geçmiş gövdeme, bayram bir masal, koca bir yalanmış ana yalan…
    Cesedim bayram içinde, bayram yârin ayak izlerinde arar olmuş bütün masal zamanları ve o zamanlar ki, can tenden, akıl benden, kıbleye dönen ellerimden kaçar olmuş.
    Gidene dur diyememek efelikten ve gitmek ödleklikten, hainlikten ziyadesiyle sebeplenirken susup kalmak erkeklikten sayılır olmuş.
    Ben bu erkeklikten boşanıyorum ana, ben bendeki benden sulh oluyorum, ben yüreğimden yağmur gibi düşen hainden, poyraz gibi kaçan zalimden, tütün gibi her yaktığımda burnumda tüten kâfirden, sevda yiyicisinden hükmümü, gömük kalan gövdemi, unutulmuş mezar taşımdaki ölüm günümü, ruhuma küfreden dilden, geçmiş onca günümü ve bir merhabayla başlayan ve bir elvedayla biten ömrümü, dahası yeniden doğum günümü, huzuru mahşerde dirilişimi gören gözden, zehir olup tepeden tırnağa geçen, ziyan bildiğim yıllarımın bütün bayramlarını sonra çocukluğumu istiyorum ben o zalimden ana…
    “Yaranamadım bir dirhem, ben bu yarayla her gün ölürem, zeytin karası gözleri ve çocukluğumu öldüren yardan şikayetçiyem ana…”