Zalim zaman seni benden çalan,   sılaya yollamayan,  benden ayrı koyan,  umutlarımı kıran,  ayrılığı kar sayan ve seni bir türlü bana layık bulmayan zaman… 
İçimi içimden soysa da,  beni  senden dilediğince ayrı koysada  asla kazanamayacak. Çünkü ben umutlarını yıllara devreden, hatıralarını zamana bırakan değilim.
Çünkü ben geleceğinden ümidini hiç kesmeyen, seninle sonsuz olan, bugün olmasa da yarın kavuşacağını bilenim…
Adı ölüm dahi olsa, bir gün ellerini cennetin kapısında tutacağımı, orada seninle buluşacağını hiç unutmayanım…
Sende unutma beni…
Ölümsüz yarınların çocuklarıyız bizler kalplerimizde ayrılığın adı büyük harflerle kazılsa da ve alın yazılarımızda gurbet ölüm tarihimizden önce yazılsa da, sılamız bir gün geleceğimizden umudunu yok saymazsa eğer elbet geleceğiz ve elbet yeniden buluşacağız…
Sevgilim zaman ve gurbet el ele verseler de biz ellerimizi koparmazsak eğer sevgimizden, inan bana kavuşuruz mahşerde sonra beraber yürürüz cennetin bahçelerinde el ele…
Yarabbi yardım et
Çakaldan, çıkarcıdan,
Yalandan, dolandan,
Riyadan, hainlikten
Ve haramdan bizi
Yarabbi uzak et…
Yarabbi yardım et,
Posta pusu kurandan,
Namusu yere atandan,
İnsanlığı bir pula sayandan,
Kalleşten, sırttan vurandan
Ve insanı, insandan ayırandan
Bizi Yarabbi uzak et…

ŞÜPHEYE NE HACET ÇOCUK
Delirme çocuk, bütün yok saymalara, çıkmaz sokaklara, sonu olmayan yollara ve muğlâk aşklara gül geç çocuk.
Zaman seni çalmıyorsa ve vakit aşka gelip dayanmamışsa şüphesiz “akıbet” yazan kalemindir. Kendini paralayıp durma, ödünü patlatan sonları sorgulama. Mümkünse sen kucak kucak papatya, kır çiçekleri topla. Unutma! Her şey senin düşüncen üzerinedir…
Külsen bir yangın sonrasında, oturup sakın ağlama. Çaresizliğini yüzüne vurma. Hayatı anlamaya değil, yaşamaya çalış çocuk. Bütün anlamlar onda gizli çünkü yani her şeyin başı da var, sonu da. Bu arada her şeyin sahibide…
Çaresizliğin zayıf yanı kalbinde barınır ve beyninde kol gezer. Azat etmezsen bütün düşkün yanlarını kurtulamazsın ezilmelerden, tükenmelerden kaçamazsın. Öyleyse düşün, yaşamak mı? Ağlamak mı? Öyleyse düşün çare nerede gizli? Yüzüne vurduğun sende mi? Seni sana gösteren sırda mı?
Elbet acılar ve elbet özlemler var. Yaşadıkça öğreneceğimiz, sabırla beklediğimizde göreceğimiz güzelliklerde var. Bütün giz belki de içine hapsettiğin yaradılışında saklı. Yaradılışın ki, o seni inkâr etmiyor, sen nasıl olurda ziyana düşersin…
“O” sensen ve O’da sense… Şüpheye ne hacet çocuk? Aklını başına düşür, fikrini başına sonrada otur ağla sorgulamalarda geçen bomboş yıllarına. Belki de gözyaşlarında saklıdır bütün güzellikler ve o muhteşem akıbet. Bence şüphesiz çocuk, şüphesiz onda ve ağla ki yıkansın bütün haram yılların…
Şimdi gidiyorum çocuk. Peşimden geleceksen eğer yani o uçurumun kenarından döneceksen şayet; bırak şüpheleri, bırak gel gitleri. Her şey tek bir vücutta ve her şey, bugünler, yarınlar tek onda, bir onda. Ne olur, yalvarırım dön yüzünü çocuk Rabbim’den yana…