Eşit değiliz şartlar eşit değil. Ben sabahın dördünde Ankara ayazında, sen mışıl mışıl uykularda, bin bir rüyalarda.
    Umursamalarına takıldım bu gece ve bu gece bir kere bile umursanmayışımın külüne karıştım. Sesimin suskunluğuna aldırma sen, sözlerimin cılızlığına sakın kanma sen. An gelir hesaplar ezan vakitlerinde verilir, an gelir salalar senin içinde verilir.
    Ölümde var aymazım, ölümde var inadından caymazım. Şu gaflet uykularından uyansan, duysan bütün meraklanmalarımı ve gecenin duldasına düşen canımı, canına katsan ne olur?
    Geceler sensiz güzel değil, günler anlamını yitirdi ve ben bir Pazar gününde takıldım kaldım. Takvim gittin gideli aynı tarih, aynı zaman, aynı an. Ben senle bir akrep yelkovan ekseninde “tik, tak, tik, tak…” Nefes alıp yaşıyordum. Sen gittin gideli bütün zamanlara küsüm ve sen gittin gideli bir adım “tik, tak” değilim…
    Sahilsiz kıyılardayım, gövdem kayalara çarpıp duruyor. Başımda martı sesleri, aşkının pervasızlığında ellerim ve acımasız ıstırap deltanda gözlerim perişan. Bir sana kanan yüreğim ve yine bir sana aldanan nefsimin esiriyim ben. Ruhum milyonlarca çözlerde, azatlarda çırpınıyor fakat acımasız kibir paletlerinden kurtulamıyorum ve defalarca eziliyor gövdem…
    Çırpınışlarıma dalgalar ağlıyor, çırpınışlarıma ağlar yırtılıyor ama sen, fakat bir sen aldırmıyorsun paramparça hallerime. Eşit değiliz şartlar eşit değil.
    Ben gövdemi vurmuşum senin koyuna, sen boynumu vuruyorsun. Ben canımı canına yol eylemişim, sen canına can duran canımı eziyorsun.
    Eşit değiliz şartlar eşit değil, zaman akıp gidiyor ben seviyorum, sen görmüyor, aldırmıyor, umursamıyorsun. Ben umursamalarına takıldım kan sahilinde ve bir kere bile umursanmayışıma… Mavilerine karıştım boğuluyorum takmıyorsun…
    Ölümde var sevdiğim, ölümde var bir türlü ikna edemediğim, sevgimi gösteremediğim, bu canı uğruna köle ettiğim ölümde var!
    Gün yine hilekar bakışlarıyla uzaktan gülümsedi. Bir tebessümdü aradığım, yumuşak bir dokunuştu beklediğim, sımsıcak bir “günaydın” diyen sesti duymak istediğim. Hiçbiri yoktu bu sabah ve harabe yalnızlığım çığ gibi büyümekteydi. Önce duvarlarımla söyleştim sonra karanlık koridorumla. Dedim ki; yaşamak denilen şey bu mu? Hicran gözyaşlarını süzüp süzüp içmek mi? Yavan ekmeğime yüreğimi doğrayıp doğrayıp yemek mi? Ses etmediler, her zamanki o donuk bakışlarıyla öylece karşımda durdular.
    Kuytularda kalmış, paramparça benliğimi soyutup giydiremedim yün kumaşlarla, her yanım delik deşik. Özgüvenimi yitirdiğim koridorlar şahittir sevginin kalbimi terk edişine ve buz duvarlar en büyük tanığımdır, yaralarıma aşk iksiri süremediğime.
    Merhemsiz bir illetin pençesinde kıvranıyorum. Alternatif derman yok gönlüme. Usumun benden ayrılışını gözlemliyorum kalbimin o derin çukurunda ve kalbim sevgisiz. Ne yapacağını şaşırmış şaşkının titreyen dizleriyle, çöl ortasında damlaya muhtaç seyyahın, son bakışındaki ümitle, ümit arasında ki acizlikle gidip geliyorum, yaşamın nefes alan medcezirlerinde.
    Aralardayım, aradayım, öylesineyim, öyleyim işte.
    Susuzum, dermansızım, dualar beynimin içinde çınlıyor; “Ya rabbi al açığım üşüyorum. Per  perişanım bütün azalarım üryan. Sana gelmişim ya rabbi sana.
    Yakaran ellerimi boş çevirme, son nefesimden önce sevgiyi üfür görmeyen gözlerime.
    Bedbahtım Allah’ım bedbaht, meyilim hep senden yana lakin aşkı bindir sırtıma ve müebbet olsun bu cezam ya rabbi müebbet…”
    İşte böyle perişanlığım paçamdan akıyor.
    Ne yana baksam soluk izler ve benden giden nice sevgiler. Şimdi düşmüşüm benden içeri ve soruyorum;
    “Neredesin ey! Sevgi?”
    Ses gelmese de gönül çarkıma, ben benden gidiyorum karanlıklara ve bu karanlıklar aydınlığa çıkana, kalbim yolun düzünü bulana kadar da gideceğim..  
    “Sevgisiz yaşamaktansa, hakka yürümeyi her şeyden yeğ bilirim.”