Halimi sorup yanma ve koca bir gecenin içinden geçip geldiğim uykusuz gözlerimden meraklanma yalnızlığım…
Uyuz bir hastalığın pençesinde üşümeye diş vuran, zangır zangır titreyen ve cismi gece ile gündüzü birleştiren, geride kül ile toz birde masada ateş ile tütünden arta kalan ne varsa bu sabah “o” benim yalnızlığım…
Ahı selamından çok ve yolu geldiğinden daha az kalan sonra sabahlara asılan ama hala çaresine ermediği sorularla baş başa, başı çatlayan, kanayan bir adamın gözlerindeki yalnızlığım, duymak sağır, görmek kör mü etti seni?
Nice anlamlar yüklediğim yalnızlığım… Sıtma nöbetlerinde yürek çürüttüğüm, bir sana diz büktüğüm yalnızlığım; başını çevirde bir bak şu halime, nem kalmış ki? Neyim kalacak ki acılarımdan başka? Ve sen neyim olacaksın ki bu gidişle? Başı olmayan, sonu vuslatı bulmayan, ölüme çıkan yokuşlarımda yalnızlığım?
Gönülden gönüle giden ahu zarım, bir yol durayım, bir yol bulayım, yok değil kulun kölen olayım. Allah’ın adıyla, Muhammet’in aşkıyla, güllerin narıyla, dört kitabın ve dört peygamberin yarıyla, Allah’ın kelamıyla, sırların sırrı ruhun saf aşkıyla ve yandığıyla, birde tek başına kaldığıyla ağlayayım, yalvarayım öyle ki aklımı oynatayım sonra tek başıma kalayım ama yalnızlığıma ama bu yüreğimin acısıyla şimdi ne olur koma bir başıma yalnızlığım…
Hücrelerim ve gözlerim, bir bakıma her şeyim olan kimliğim, yummak üzere güneşin yüzünü ve karanlığın içine günün tam başında düşürmek arifesinde benliğim… Direniyorum fakat nafile fakat cismimin şu son haliyle, her şeyim ölmek, tükenmek halinde yetiş ya yalnızlığım…