BEN seni içimde öldürdüğümde mevsim bahardı. Ağaçlar yeni yeni tomurcuğa durmuştu. Toprak güneşin ziyasıyla yeni bir canlanmaya doğru adım sayıyordu. Çiçekler, güneşin sarı saçlarını başlarına taç yapmaya yaprakları adedince ant içmişlerdi. 
Irmaklar, bahar yağmurlarıyla daha da bir güzel çağlıyor, etrafında oturan aşıkları mest ediyordu. Kıyısından geçen şairler en güzel şiirlerini suya karşı söylüyor, bilgeler yalın ayak bastıkları ıslak topraktan bir bereket tanrıçası çıkmasını diliyordu. 
Ben seni içimde öldürdüğümde mevsim kıştı. Serçe kuşları yukarılardaki küçük yuvalarında tüylerinin içerisine bürünürken, aşağılarda caddenin bitişiğinde bir kedi açlığı ve soğuğun acısını aynı anda yaşıyordu. 
Kar daha bir sert yağıyor, tipi evlerin duvarlarını acımasızca döverken ben biraz daha içimdeki senden soğuyordum. 
Ben seni içimde öldürdüğümde, ay henüz çıkmamıştı. Dolunay zamanı hiç değildi. Yarımayı sorma, güneşle oynaşmadaydı. Yıldızlar ay dedeyi bir sabah göğün mavi derinliklerine saklamış üzerine güneşten ödünç aldıkları sarı ışıkları sermişlerdi.  
Ben seni içimde öldürdüğümde yeryüzü daha da bir karanlığa gömülüyor, şehrin köşe başlarını tutan haramiler, birbirlerine göz kırpıyordu. Sadece masumlar ve çocuklar ağlıyordu…
Ben seni içimde öldürdüğümde, kuşlar gökyüzünde daha bir canlı uçuyor, uçsuz bucaksız topraklarda özgürlüğe kanat çırpıyorlardı. Denizde martılar, boz kırda tarla kuşları, elma ağaçlarında serçeler, ekin tarlasında hani şu başında kubbesi olan domdomlar ve en çokta beyaz güvercinler, leyleklere özenip mavi göğün yüzeyinde özgürlüğe kanat çırpıyorlardı. 
Ben seni içimde öldürdüğümde…
Odamda küçük bir masam vardı. Masanın üzerinde birkaç kalem, okunan ve okunmayı bekleyen üç dört kitap, notlar alınmış teksir kağıtları, duvarda sayfası henüz hiç koparılmamış iki yıl öncesinin takvimi. Kırılmış bir kalp. Ve onun yanında sevgiden çırpınan bir yürek. 
Ben seni içimde öldürdüğümde…
Gökyüzü yağmura duruyordu. Dört bir yandan gelip toplanan kara bulutlar şehrin üzerine yağmur bırakmaya hazırlanıyordu. 
Şiddetli, asabi yağmurlar…
Camlara uğultu şeklinde düşen iri taneli yağmurlar…
Ürperten, göz kapatan, kulak tıkatan yağmurlar…
İçime içime yağan kırkikindi yağmurları…
Yağmur sonrası gökkuşağı çıktı. Bütün renklerini bir gece yarısı uyuyan çocukların düşlerine bıraktılar…
Sıcak, şefkat dolu…
Islak düşler…
Ben seni içimde öldürdüğümde…
Kuşlar yağmur sonrası daha bir özgürdü mavi gök yüzünde. En çokta Selvi ağacının üzerinde. Kırlangıçlar, güvercinler, tarla kuşları, en çokta domdomlar nasılda şendiler, hiçbir avcıya denk gelmemenin kendilerine özgü gülümsemesiyle… 
Ben seni içimde öldürdüğümde…
Tüm mavilerini yitirmişti deniz. Renksiz ve tatsız… 
Bir kadının saçları suya değdi. Sevdiğini tüm şehvetiyle öpen aşık bir adam, kadının önce gözlerinde kayboldu. Saçlarını kokladığında tüm hislerini yaşadı fütursuzca. 
Ben seni içimde öldürdüğümde….
Tüm gök yüzü maviydi…