Elleri, gözleri, “o” içimi yakan, gönlümü sevda kıyılarında yıkayan sözleri yok…
Yok, işte Elifim, bugünde yok…
    Sokaklar uzadı ayaklarımda ve ben sokaklara düşürdüm aklımı. Bir merhabaya hasretim, senden gelecek bir haberi canımla müjdelemeye meyilim. Fakat postacı rutinde, kepaze ekstrelerle, faturalarla doldurup duruyor, adına hala posta kutusu dediğimiz, bina girişlerindeki bugün gerçek anlamını yitirmiş, soğuk, dar mikro müşade odalarını.
    Zile basmak bina önlerinde sen varken anlamlıydı. Geciken otomat sesleri sen varken daha eğlenceli, daha meraklı şeydi. Şimdi hiçbir anlamı yok Elif'im. Yankısız duvarlar, sessiz adımlarımla tescilliyor yokluğunu oysaki eskiden ayak seslerim, iki sokak ötede çınlardı. Demek böyle bir şeymiş kumrulardan birinin ansızın yuvadan uçması ve demek böyle perişan edermiş sevdiğinin terk edip gitmesi.
Modern Latin danslarını terk edeli çok olmuştu aslında. Ta ki kapının önüne geldiğim ve posta kutusunu açıp “o” ne işe yaradığı bilinmeyen, çoğu kez okunmayan, anlaşılmayan lüzumsuz broşürleri sonra telefon ve kredi kartlarının hesap özetleriyle dolu zarflarını görüp, umutsuzca posta kutusunu kapatırken, yere beyaz bir zarfın düştüğü ana kadar. Zarfın üzerinde adım yazıyordu, adım el yazınla “Emre” diye başlıyor, sokağımı, caddemi, mahallemi, kapı numara mı, dahası yalnızlığımı “mıh” gibi bir kez daha aklıma çakıyordu. Aklım az kalsın yerinden çıkıyordu. Adım el yazınla “Emre” diyordu…
    Merdivenler bitmiyor, düşmelerim kesilmiyordu. Nefesim nefesimle yarışıyor, beynimde milyonlarca “ne” sorusu yankılanıyordu. Nasıl?  Neden? Nerede? Niçin?          Zarfı açmak aklımda, kapı önümde, anahtar elimde, bacaklarım Latin'de her hangi bir figürde ama zangır zangır… Siz deyin salsa, ben deyim çaça. Anahtar nerede yahu?
    Öf ellerimde ki bu sıcaklıkta neyin nesi? Bu terlemekte nereden çıktı şimdi? Bir dakika mektubu az sonra nasılsa okurum, önce şu kapıyı açayım. Kapı dursana be arkadaş, sallanmasana, yok yok en iyisi zarfı açmalı, bir çırpıda okumalı, hayır hayır içeride sindire sindire okumalı hatta her bir sözcüğü beş ondakika demlendire demlendire. Yav saçmala Emre gir içeri...
    Of nihayet antredeyim…
    Biraz zorluk çıkarsa da terleyen ellerim ve sallanan kapım, olimpiyat meşalesi yakan atlet kadar sevinçliyim, mutfakta ki masama kurulduğumda…
    Özenle açıyorum mektubu. Aylar sonra Elif'im den gelen ilk koku bu… İçime çekiyorum nefesini, zarfın yapışkanlarına dudaklarımı sürüyorum, okumadan önce her bir sözcüğüne parmaklarımı gezdiriyorum, seni arıyorum milyon kere suçlu saydığın ve milyon kere anlam yüklediğin tümcelerde, inanamazsın sevgili heyecandan bayılmamak için kendimi zor tutuyorum…
    Olacak iş değil, dizlerimin zangırtısı gitar arpeji gibi fakat biraz senfonik. Durduramıyorum kalbimin üçyüz kilometrelik hızlı ritmini. Sırtımdan itibaren kan ter içerisindeyim. Böyle olmayacak. En iyisi soğuk bir duş almalı ve sonra okumalı sevgiliyi.
    Mektubun banyoda yanımda, aman bir şeycikler olmasın ona…
    Acıda olsa senden haber almak güzeldi. Mektubunun her bir sözcüğü yüreğimde alev alevdi… Sana diyordun sadece sana… Sanırım acıları yine bölüşmek geçmemişti içinden ve sen beni hala anlayamamıştın. Üzüntüm sadece buydu, üzdüğüme üzüldüm önce sonra senin beni anlamadığına üzüldüm sevgili…