ARADA bir uğrak veriyorum, Yozgat Belediyesi tarafından inşa ettirilen Kapalı Pazar yerine. Ürettikleri ürünleri satmak üzere getiren köylülere bir dokunuyorsun, bin ah işitiyorsun. Daha pazar alanına giriş yapmadan sesleniyor, bizi tanıyan peynircilerden birisi 'Seyfi baba yaz bizim halimizi, müşteri yok, kaldık bizbize!' diyor. Ayaküstü sohbet ediyoruz. Sabah erkenden gelip tezgah açtıklarını, saat 09.30'dan itibaren ayağın çekildiğine vurgu yapıyor. 'O sırada ne sattıysan o. Kalanını tekrar satma şansın yok, yüklen dön köyüne' diye devam ediyor...
Karşı tezgahtan bizi dinleyen köylü kadını katılıyor, 'gardaşım!' diyerek, sohbetimize. Devam ediyor, önce elini beline koyuyor, hesap sorar gibi. Sonrasında rahatlayıp, sıralıyor. 'Diyorlar ki bize gidin köyünüze üretin. Köyde üretiyoruz, buraya getiriyoruz, satamıyoruz. Markette 15 liraya verdikleri yoğurdu 6 liraya verdim kimse almadı, almıyor. Üretelim.. Üretilim ama satamadıktan sonra, üretsen ne olacak?' diye, serzenişte bulunuyor...
Köylü kadın anlatır derdini de, köyden getirdiği balı, yoğurdu, peyniri satamayan dayı durur mu? Önce kollarını iki yana açıp, bağrıyor 'görün halimizi. Köylü bitti. Köylüyü bitirdiler' diye, avazı çıktığı kadar. İstiyor ki duysun sesini herkes... 'Köylü milletin efendisidir, niye bitsin!' diye karşılık veriyorum, 'o eskidendi' diyerek, 'efendilik' mevzuuna noktayı koyup, başlıyor derdini sıralamaya. 'Kış aylarında burası iyi. Yazın da iyi. Kötü olan isteyen istediğini getirip satamıyor. Peyniri buradan alan, sebzeyi Ofisin oradaki pazardan temin edecek. Böyle olmaz. Köyde ne yetişiyorsa, getirip burada satacaksın. Burda olduğumuzu da kimse bilmiyor. Ana yolun arka yüzündeyiz, yoldan geçen burada köylü pazarı olduğunu bilmezse niye gelsin. Gelmiyor. Biz de satamıyoruz. Sabah getirdik, yarıdan fazlası elimizde kaldı. Ayak çekildi, müşteri yok' diye devam ediyor...
Biraz ilerliyoruz. Kadınlar topluluğu. Tezgaha, yere serdikleri ürünlerini satma açalışıyorlar. Bir sepet içerisindeki yumurtalara gözüm ilişiyor, 'kaç lira?' sorusunu yöneltiyorum, mukayese için. '70 kuruş' karşılığını veriyor. Bir iki adım attıktan sonra, 'alacaksın toptan 60 kuruştan da verebilirim. Beklemeyeyim, köye gideceğim' diye yükselen sese kulak kabartıp, dönüyorum. Cebimdeki paraya göre bir miktarını aldım, yumurtanın...
Pazarın durumu bu... Köylü perişan... Üretici perişan... Dedikleri gibi 'gidin köye üretin' deniyor ama köylü ürettiğini satamıyor. Ürettiğini satamayınca da, sırtlanıyor yorganını, tutuyor şehrin yolunu. Buluyor bir gecekondu. Simit satıyor... Su satıyor... İnşaatlarda çalışıyor... Amelelik yapıyor... Hamallıkla geçinmeye çalışıyor. Çalışıyor. Ne kazanırsa onunla geçinmeye çalışıyor. Hayat şartlarını zorluyor. Şehirde yurt edinmek de zor. Geçinmek de zor. Bu kez köyüyle bağını yeniden kuruyor. Geride bıraktığı tarlasını ekebildiğini ekip, kendi ihtiyacını karşılamakla yetiniyor. Başka çözüm bulamıyor...
Devleti yönetenlerin bulduğu çözüm basit... 'Yasak' diyorlar, yasaklıyorlar. Pazarda canlı tavuk satışları Neden? 'Hastalık var!' deniyor. Çözümü 'yasaklamakta' buluyorlar. Yasak olunca, üretim de olmuyor. Üretilebilen de sağlıklı olmuyor. Hastalığı 'yasak' ile yok etmek mümkün mü? Hayır... Çözümü, hastalık varsa gideceksin, inceleyeceksin, tedavi edeceksin, ilacını, iğnesini vereceksin. 'Üret ama sağlıklı üret' diyeceksin...