DEVLET kurumlarına kapak atmak için kırk takla atanlar, kırk siyasetçiye göstermelik methiye dizenler, eninde sonunda bir koltuğu doldurmayı başarıyor. Hani öyle diğerlerinden daha özellikli olduğundan değil ha! Sadece çok iyi tiyatrocu olduğundan.  Bu tiyatrocuların bazısı da Yozgat’ı beğenmeyip tayin istiyor, şu cazibe şehri dediğiniz büyük vilayetlere. Tabii ki düzgün kişiliği ve asaletleri ile, devleti temsil eden çalışanlar da var. Onları ayıklıyorum yazımın içinden.
Yozgat’ın bir de işi rast gidenleri var. Doğuştan şanslıları. Sırtını dayadığı para babaları sayesinde ağzı laf yapanlar, kalemini sağa sola çizik atarak savuranlar. Karnı tok, sırtı pek, uzaktakiler var bir de ara sıra laf sallayan. 
Kısaca Yozgat’ın tuzu kuruları…
Son günlerde, sıkça duymaya başladım. Vay efendim, Yozgat’ta işsizlik yokmuş, gençler iş beğenmiyorlarmış. Büyük şehirler, mıknatıs gibi çekiyormuş Yozgatlıları. Çok cazipmiş İstanbul mesela. Toprağı altınmış, denizi mutluluk pınarı.
Sanki Yozgat’ta dizi dizi fabrikalar dizilmiş, bacalar bir bir tütüyor. Sanki sıra sıra restoran, kafe dolu caddeleri. Sanki sokak aralarında dükkanlar var, cüroları tavan yapıyor. Özel sektörde çığır açmışız. Bütün iş insanları sermayelerini Yozgat’a dökmüş, yerel gazeteler iş ilanı ile dolu sanki. 
Sanki köyde yaşam çok kolay, çiftçi ektiğini gönül rahatlığı ile biçiyor, maliyetinin misli misli üstünde satabiliyor. Sülaleler genişlemiyor, sanki bütün sülalenin barınabileceği evi var. Topraklar pay edilmiyor, gelecek kucaklara yetecek çokça arazi var sanki. Sanki tarım ve hayvancılık politikamız tutarlı haliyle hayvan yetiştiriciliğini perçinlemiş, yem fiyatları sudan ucuzdu, pazar sorunumuz hiç olmadı, hayvanlarımızla güle oynaya hayvancılık yapabildik sanki. 
Ve sankiler o kadar çok ki.
Toprak kokusu rahatsız etmiş bu gençleri sanki, sanki büyük kentlerin isi pası cazip gelmiş, gürültülü güvensiz sokaklarına meyletmişler. Köyünün sessiz geceleri, öten cırcır böcekleri canını sıkmış köy insanının. Huzur yormuş, binbir türlü insanın nefes alıp verdiği ve tanımadığı onca yüz arasında huzur aramaya çıkmışlar.
Sosyal hayat o kadar zengin ki Yozgat’ta; kadınlar, gençler, çocuklar için ayrı ayrı sanat, kültür merkezleri var. Belediyelerin sosyal yaşamı renklendiren çalışmaları sınırsız sanki. Ücretsiz kurslar, gezilebilecek merkezler, tiyatro sahneleri, sinema salonları dolup taşıyor değil mi? 
Hiçbirimiz keyfimizden ayrılmadık topraklarımızdan. Tuzumuz kuru değildi. Hatta kuruyacak tuzumuz yoktu.
Komşusu açken yatamayan bizler, işsiz olduğu için, geçinemediği için, evine ekmek götüremediği için ekmeğini başka yerde arayan komşumuza suçlu muamelesi yapıyoruz.
Bu suçlamalar, göçün önlenmesine yönelik taşın altına elini koymayanların ekmeğine yağ sürerken Yozgatlıların ise ruhunu incitiyor.
Sırtınızı devlete dayadınız diye, işsizliğin nedenini Yozgat insanına yüklüyorsunuz. “Şehirlerin büyüsüne kapılıp göç ettiler!” demek, çaresizlik yükünü paketleyerek göç etmiş, büyük şehrin büyük derdini omuzlarında taşımaya mahkum olmuş binlerce Yozgatlıya hakarettir.
Sayın yazarlar, ya siz, siz nasıl bu kadar zalim olabilirsiniz?
Gurbet sineye ok gibi saplanırken bir ok da siz saplamayın gurbetçilerimizin sinesine.
Şehirlere meyletmişler diye kaleme aldığınız gurbetçilerin tuzu hala sizinki kadar kuru değil ama çok şükür iyi kötü karınları doyuyor.
Demek ki tuzu kuru olmak;  insanı zalim, dili sivri, vicdanı acımasız, gözleri gerçeğe kör yapıyormuş
Yozgat’ta öğrenemedik. Çetrefilli şehirlerde, sizin gibi kırk takla atmayı, siyasetçilere methiyeler dizmeyi, kalemimizi işimize geldiği gibi kullanmayı, hiç hoşlanmadığımız insana bile ”gardaşım” diyerek sarılmayı öğrenir de geri döner miyiz?