KENDİ alanında dünyaca ünlü bir tenisçi, oyun alanına geçip, yardımcısından da malzemelerini salona getirmesini talep etmiş. Kendisi de salonun kapısına gelmiş, ama akredidasyon kartının bulunmaması nedeniyle salona alınmamış. Kendi maçı olmasına rağmen, içeriye alınmayan sporcu, kartı geldikten sonra görevliye gösterip, salona girebilmiş...
Güvenlik görevlisine sormuşlar, 'tenisçiyi tanımıyor musun?' Görevli tanıdığını, hem de çok iyi tanıdığını vurgulayınca, 'o halde neden içeriye almadın, üstelik kendi maçı?' sorusu yöneltilmiş. Görevli, 'Kendisiyle görevim dışında da görüşürüm, arkadaşım olur. Ama bugün akredite kartı olmadan salona torpille girerse, yarın sporcu olduğunu da unutur, torpil ile bir yerlere gelebilmek için çalışır' diyerek, soruları yanıtlamış...
Bu hikayeyi bir dergide okudum... Yani alıntıdır... Görevlinin söylemi ise ibretlik... Hani bizde meşhurdur 'bir kereden bir şey olmaz!' lafı var ya. İşte ona tam bir yanıt niteliğinde. Biz bugünlere 'idare et' anlayışı ile geldik. Normal iş ve işlemlerimizin yapılabilmesi için 'torpil' aradık, bulduk, işimiz görüldü. Sanki torpil bulamamamız halinde işimiz olmayacakmış gibi bir hisse kapıldık. Bu hisle çırpınırken, düştüğümüz bataklıktan kurtulamayoruz, debelenip duruyoruz...
Şimdilerde çok moda oldu. 'Torpilin yoksa işe giremezsin!' anlayışı her yerde hakim. Özel sektörde bile bu böyle. Peki bunun böyle olmasını sağlayan kim? Ya da kimler? Bizler değilmiyiz. Hasta yatan yakınımızı ziyaret edebilmek için bile 'torpil' arayan, görüş saati dışında görüşe gitme alışkanlığını kendimizde bir 'hak' olarak gören bizler, bugün torpil olmaksızın bir işe giremiyor, herhangi bir işimizi yaptıramıyorsak, kimseyi suçlamamak gerekir...