TOPRAK, anamız gibiydi, acıkınca, susayınca ona koşar, üşüyünce ona sarılır, velhasıl tüm ihtiyaçlarımızın karşılanması için toprak anaya başvururduk. Şimdilerde toprak ile aramıza mesafe koyduk. Teknolojiyle birlikte tüketim toplumu haline gelince, 'toprağa ihtiyaç kalmadı' gibi bir düşünceye kapıldık. 

Doğduğumuz gün, toprak ısıtılıp, almıza bağlanırdı, 'üşümeyelim, pişik olmasın' diye.Doğduğumuz gün başlayan toprak ile ilişkimiz hayatımız boyunca devam eder, toprağın altında kendimize bir yer edinirdik. Doğduğumuz gün unuttuğumuz toprağın kıymetini, sonraki süreçlerde de aklımıza getirmedik. Sadece 'Kara toprak' diyerek, ölünce bedenimizi teslim eder hale geldik.

Toprağı işleyip, tohumunu bırakıp, suyunu verip yetiştirdiğimiz gıda ürünleri yerine, bizlere cilalanmış paketler içerisinde sunulan ürünleri tüketmeyi tercih ettik/ediyoruz. Kolayımıza da geliyor. Bizlere daha fazla cep telefonu ile oynamamıza fırsat tanıyor, paketlenmiş gıdalar. Hiç düşünmeden tüketiyoruz, ucuz pahalı, sağlıklı sağlıksız demeden ama. Sonuç ortada...

Gurbette alın teri dökmüş, para kazanmış insanlar, hangi kariyere sahip olursa olsun, birikimlerinin bir bölümü ile Yozgat'ın kırsalından toprak alır, emekliliğin tadını üreterek, toprak ile hemhal olarak çıkartmaya çalışırdı. Geçmişte, Profösör unvanlı, Albay, Paşa unvanlı, Almancı olarak adlandırdığımız insanlar belirli bir yaşın ardından Yozgat'a dönerlerdi. Toprakla olan ilişkilerinin daha sağlıklı olmalarına, dinç kalmalarına vesile olduğunu söylerlerdi. Devir şimdi değişti...

Yozgat'ta tarım alanları kaderine terk edildi. Giden bir daha dönmüyor. Birikimi olan sahile yerleşiyor. Varsa geride kalan birileri, önce bayramlarda ziyaret için geliyorlardı. Sonraları teknolojiye sığınıp, uzaktan hasret gidermeye başladılar. Atalar da unutuldu.  Covit19 belası diyoruz. Tedbirler alıyoruz. Alınan tedbirlerin ardından yenileri devreye sokuluyor. Sorun çözülmüyor. Toprağa olan saygımızı, sevgimizi, şefkatimizi inşa etmeden de çözümlenemeyecek gibi...