GÜNDÖNÜMÜYLE... Karga   Köyü’nün  bazı  gülleri  solmuş, bozkırlardaki  otlar  ise,  solmaya  yüz  tutmuş  tarlalardaki ekinlerle  birlikte  sararıyorlardı.
Şükrü Ağa’nın küçük oğlu Yusuf, doktor olacaktı. Kendi köyüne ve çevre köylere şifa  dağıtacaktı. 
Yusuf;
 -Tıp  fakültesinde  bir  yılım  kaldı, diyerek   babasının  ve  abisinin  işlerine  de  yardım  için  yaz  tatilinde köye geldi.
Yusuf,  köyünü   çok  seviyordu. 
Bazı insanlar bilinçsiz ve cahilce işler yapsa da onları da seviyordu.
Doktorluğa soyunan Yusuf, abisinin hanımı olan, Satı yengesine de ayrı bir sevgi besliyordu.  Yengesinin  annesiz  ve  babasız  oluşu  onu derinden etkiliyordu. 
Yusuf; 
-Senin gibi bir kız kardeşim  yok  ama  sevgi dolu  bir yengem  var, diyerek  onunla  sık, sık dertleşip  konuşuyordu.  Yengesi Satı da, kaynı Yusuf’la yakinen  ilgilenir  ve  kendinden  küçük  olmasına  rağmen  ona, “Yusuf  Abi” derdi.
Yusuf,  giyimine çok dikkat  eden  ve sahip olduğu konumuyla da  köydeki  kızların  dikkatini  çeken  bir  delikanlıydı.
Babası ve abisiyle birlikte  öküzleri  kağnıya koşarak Alçı  yolundaki  tarlada  sararan  arpaları  biçmek  için  oraklarını da  yanlarına  alarak,  sabah  seherin  vaktinde tarlaya  gittiler.
Satı Gelin’in kaynanası  Telli  Hacer,  Satı’ya  seslenerek;
-Pınardan bir-iki dönüm su getir. Öğlen yaklaşıyor, öğlenin yemeklerini ırgatlık tarlasına götür. Baban açlığa pek dayanamaz, yemeği geciktirirsek tarladakilerin burnundan  getirir,  dedi.
Satı Gelin, helkeleri kollarına takarak, kadınların yunak (çamaşır) yıkadığı ağ pınara  vardı. Pınardan helkelerine doldurduğu suyu eve  bir sefer yaptı.  İkinci  seferinde  de  belinin  ağrıdığını  hissederek,  pınardaki  kadınlarla  dedikoduya  daldı.
Ellerindeki tokaçlarla  ıslanan  çamaşırlara  var gücüyle vurarak çamaşırları kirlerinden arındırmaya çalışan kadınlar, öfkelendiklerini   dövüyorlarmış gibi çamaşırları tokaçlıyorlardı.  
Yeni serpilip yetişerek büyüyen  gelin adayları genç kızlar ise, ellerindeki tokaçları  bir  kenara  koyarak,  Satı Gelin’in  yanına  gülüşerek  süzüldüler.  Satı’ya soru yağmurları yağdırarak;
-Kaynın  Yusuf’un  sevdiği  kız  var  mı?  Ne  zaman  doktor  olacak? diyerek  sorularını  tespih  boncukları gibi  sıralıyorlardı.
Satı Gelin,  bir anda celallenerek;
-Gidip Yusuf’la  kendiniz  konuşun, dedi ve  kızların hızını  kesti. 
Pınarın lülesinden  çağlayarak  akan  sudan helkelerini  doldurdu  ve  karnındaki  çocuğun  da  tekmelerini hissederek  eve  doğru yürüdü.
Yolun karşısına geçmeden bir sağa ve birde sola bakındı, karşıdan bir delikanlı geliyordu. Delikanlı eliyle işaret ederek;
-Geç... dedi.
Satı  gelin  gençten  “Geç”  komutunu  aldıktan sonra  hızını  kesmeden  yürüdü. 
Karşıdan gelenin kendinden küçük de olsa  izni olmadan önüne geçilmeyeceğini biliyordu.
Satı  Gelin’in  kaynanası;
-Nerde  galdın   gelin?  diye  Satı’ya öfkelenerek, evin avlusunda birbirlerine kur yapan  güvercinleri korkudan gökyüzüne  uçurup,  deli  rüzgar gibi esti...  
-Gittiğin yerde unudulmuş bir çul gibi oturup galıyon, diyerek kaynanalığını gösteriyordu.
Güneş  sahibinden  aldığı  emirle  ışığını  ve  ısısını cömertçe  yeryüzüne  yayarak  her  tarafa  çöreklenmiş uyuyordu.
Kaynana Telli  Hacer, öfkeli bir şekilde ırgatçılara hazırladığı  sıcak  bazlamaları  göstererek;
-Acik   daha  gecikirsek  baban  ikimizi  de  öldürür  geberdir,  dedi ve tavukların  gıdaklamasına,  güvercinlerin  ahırdan dışarı  çıkarken  kanat  çırpışlarına  aldırmadan  azık  çantasını  Satı  Gelin’in  eline  verdi   öfke  öğüdüyle;
-Sağda solda  alenip sallanma!... diyerek, Satı Gelin’i  alçı  yolunda  ırgatlık  işleyen  kocası  ve  oğullarının  bulunduğu  tarlaya gönderdi. 
Güneş  doğar  alcı  yolu  şenlenir. 
Çiçek  açar  her  tarafı  güllenir. 
Kuşlar  öter  böcekleri  dillenir. 
Sabahlar  güzeldi  benim  köyümde.
 Selam  ve  dua’larımla.