Bıraktığın yangından arta kalan enkazım, azap rüzgarları içerisinde oradan oraya savrulup duruyorum...
    Kimliğimin örselenmiş harfleri beni tarif etmiyorlar artık. Ne adım, ne sanım kaldı. Her bir azam başka bir dağ eteğinde… Rüyalarım sana çıkmıyor ve ensemden sırtıma doğru akan yaş, her gece gördüğüm o son bakışın kabusu oluyor…
    Yastığım sırılsıklam, göğsüm garip bir telaşta. Uyandığım zamansız anlarda, hep o kaybedişin sancısı yüreğimde. Tarifi acıların hiç birine uymuyor. Bütün dertlerin üstünde ve kalbim gam kervanlarının hanı…
    Umumiyetle can sıkıntısı var gönlümün penceresinde. Gözlerim hep karanlıkta… Hangi yöne dönsem sen ama tarif edemeyeceğim bir karartı… Öyle ki; yüreğimi kökünden söken ürkütücü bir görüntü… Ödüm kopuyor  bakarken her defasında ve sen öyle görkemli duruyorsun ki…
    Aklımı kaçırmaktan korkuyorum, şiddetin ötesinde bir eylem ve kalbimin bütün yolları işgal altında. Hangi sokağa, hangi çatı kenarına saklansam, gelip buluyor o azametli karartın ve sonra kan terde uyanıyorum…
    Bildiğim bütün duaları okuyorum. Korkudan damarlarım büzüşüyor, nefesim kesiliyor. Bir şey söyleyemiyorum. Acı her yanımı kuşatmış, dur!.. diyemiyorum…
    Ne zamandan kalmıştık?.. Hangi dağın çiçekleriydik?..
    Ve hangi ormanların bakir umutlarıydık?.. Neden karşılaşmış ve neden sonra ayrılmıştık biz?.. Aklım almıyor tanrım…
    Sükutun kâr etmediğini, unutur gibi yapmanın yüreğime geçmediğini ve onsuz bir anımın olmadığını sen biliyorsun… Kalbim sana ayan beyan…
    Kul şefkatinden uzakta rüyalarımda ağlıyor, rüyalarımda kaybediyorum. Bulmayı ne çok isterdim sen biliyorsun ey tanrım…
    Bir yön değil di bulmak istediğim… Adres hiç değildi… Kaybolduğum sokakların devamında nereye çıktığı da değildi… Sana çıkıyordu bütün yollarım…
    Bu bildiğim tek gerçeğimdi… Ve nur cemalini bir kez görmek tek dileğimdi…
Duygularımı yitirdim. Tek satır hasret yazamıyorum. Duvarlarım bile küs olmuş gözlerime. Gökyüzüne asılı milyonlarca kandilimden bir tanesi bile yanmıyor…
    Sitemlerimin hiçbiri sana değil. Gizli yaram, gözyaşım, sürgün gözlüm… Yollara düşürdüğüm ömrüm… Sayfa sayfa yazdığım şiirlerim… Gece gündüz hazin bir ağıtın sözcüsü olan dilim… Hepsi yalan oldu!..
    Kalbimin coğrafyasında Ankara, İstanbul, Akdeniz, Ege… Hiçbir anlam ifade etmiyor. Kalleşliklerin tükenmediği, sitem yağmurlarının dinmediği, nice geceler sönüyor güneşin alnında… Sonra, bütün kayıklarım karaya vurdu. Tayfasızdım zaten ama küreksiz değil… Gönül küreklerim kırıldı…
“ Serveti gönlüm olan ömrüm
Kurudu aşk kaynağım yalan sözlüm…”
    Siyah beyaz karelere yüklediğim bütün anlamlar ve hayatımdaki bütün sesli harfler bir göçün içindeler. Nereye doğru gidiyorlar bilemiyorum.
    Sırılsıklamım güneş nar tanelerime vuruyor. Kalemimin mürekkebi olan “seni” kurutuyor. Bir adım daha diyorum, bir adım daha… Mecâlsiz toprağa seriliyorum. Kalkışım nice aydınlığı zindanlara dönüştürüyor ama direniyorum. Nafileyi lügatimden bir türlü çıkartamıyor, hasreti yazdığım tümcelerimi silemiyorum…
    Sarmaşık sevdalar yaşanırdı bu şehirde sen gitmeden önce… Her yaz kavaklardan dağılan polenler aşkın şirin çocuklarını döllerdi. Öyle ki, yaz alerjileri bu kentin dört bir tarafından duyulurdu… Gölgelerde yaşanan aşklar, bütün sitemleri ortadan kaldırır, sevgiyle tutuşan avuçlar nice bakir ormanları oluştururdu…
    Penceremin sokağa bakan çamından artık bakmıyorum. Sitem de etmiyorum, sözler de vermiyorum… Sensiz bir daha sinemaya gitmem demiştim ya, sensiz o kadar film izledim ki… Kolu, kolçağı, saçı, rengi başka… Nice renkte gözlerde…
    Haklısın, sözümü tutamadım. Oysa ki, mahşere kadar bekleyecektim… Üzgünüm… Bir bağış, af, lütuf beklemiyorum senden. Duygularımı yitireli tam onyedi yıl oldu…
    Saçlarıma ne zaman beyazlar düştü ve gözlerimin önüne halkalar, bilemiyorum… Sen benim son hüznümdün. Zannetme bundan sonra yıkar beni bir güvercinin kanadı, zannetme bundan sonra bir otobüsün farına, bir trenin acı acı ötüşüne ve seni bu kentten ansızın alıp götüren bütün acı duygulara, bu sefil, bu aciz gönlüm anlam yükler, yükler de gözlerini yatırıp da uzaklara bekler zannetme…
    Aslında bir özürü hak eder miydi bu mektup?.. Belki… Hoşçakal… Sözümü tutamadım…