YOZGAT’ta ikamet eden dedem Tellal Seyfi’nin eşi, Sabire ninem, misafir olarak geldiği, Yerköy ilçesi Karaşar Mahallesi Selvi Caddesi’ndeki evimizde, diz ağrılarından şikayet edip, geldiği ilk dakikadan itibaren ‘beni çamur banyosuna götürün’ diye söylenip dururken, oturduğu yerden de birilerinin desteği olmadan kalkamıyordu. Annem daha fazla dayanamadı, araba tutması için babamı ikna etti. Komşumuz olan Arabacı Faik Amca, hava henüz kararmadan annemi çağırıp, sabah bizleri Uyuz Hamamına götüreceğini, ona göre hazırlanmamız için tembihledi. Annem, akşamdan hazırlıklara başladı. Çıkınlar yaptı, gitmesi gerekenleri belirledi. Çamaşırlarımız aldı, hepsini bir çıkının içerisine doldurup, bağladı. Kapının önüne koydu. Sabah oldu, önce çıkınlar arabaya yerleştirilip, sicim ile bağlandı. Ardından, annem, ninem, ben ve ablalarımdan birisi atlı arabaya yerleştik. Karaşar Mahallesi’nin arka yolundan, Höyüğün kenarından şoseye çıkıp, Kanak çayı üzerindeki köprüyü geride bırakıp, Tilki Çiftliği’nin giriş kapısının yanından toprak yola düştük. Bir iki yokuş çıktık, düzlüğe gelince Uyuz Hamamı ufuktan göründü. 
Orasını hep kovboy filmlerindeki Meksikalıların yaşadığı çiftliklere benzetirdim. Kömürlük tipinde, yan yana briket, kerpiç, taş, bir bölümü ahşap eğreti, L şeklindeki kabinlerin hemen orta yerinde oluklu kiremitten çatısı bulunan, taş duvarlarının bir bölümü sıvalı, diğer bölümü dökülmüş Uyuz Hamamı şifa bulmak isteyenlerin uğrak yeriydi. Günübirlikçiler için fazla sorun teşkil etmese de, Yozgat’tan Ankara’dan Kayseri’den daha birçok vilayetten günler öncesinden yer tutup, şifa için gelenler mevcuttu. Babamın tanıdığı olan hamamın işletmecisi, kendi ailesinin kaldığı odayı bize tahsis etti. Yerleştik. Zaten bir gece kalacaktık. Hep birlikte hamama girdik…
***
Şehirler Arası Otobüs Terminaline doğru yol alırken, Endüstri Meslek Lisesi’nin önünde elinde yeşil şişeler, boynunda bir çanta, kafasında Hüdaverdi tekkesi ile ‘sülük sülük’ diye bağırıp, şişelere vurmak suretiyle tempo yakalayan adamla karşılaşınca durdurdum...
‘Ne satıyorsun?’ sorusunu yönelttim, ‘Sülük’ yanıtını verdi. İçerisinde 4-5 sülük bulunan maden suyu şişesini 10 Yeni Türk Lirasına sattığını söyledi. Pazarlık yaptık. Fotoğrafını çekip, haberini yapacağım, o da sorularıma yanıt verecek. Buna karşılık bir şişe sülüğü ederi karşılığında alacağım. Kayseri’den gelen sülükçüden almış olduğum bilgileri doğrulatmak üzere soluğu bu kez Yozgat Devlet Hastanesi Başhekimi Uzman Doktor Cahit Bekir Kayhan’ın yanında aldım. ‘Hocam sokakta sülük satıyorlar, şişe içerisinde. Bir şişe aldım, size getirdim. Şifa dağıttığını söylüyor, satıcı!’ diyerek, şişeyi masasına bıraktım. Başhekim, bir süre şişeyi inceledikten sonra, sülüklerin vücuttaki pis kanı emerek, tedavi etme özelliğinin bulunmadığını, bazı hastalıkların da bulaşmasına neden olabileceğine dikkat çekti. Kayhan, ''Sülükler vücuttaki kirli kanı emerek tedavi yapmaz, kan emerken vücuda verdikleri enzim niteliğindeki salgılarla olur'' dedi.
Sülükle tedavinin hem Türkiye’de hem de birçok Avrupa ülkesinde bazı hastalıklarda kullanılmakta olduğunu belirten Kayhan, ‘’Sülükler vücuttaki kirli kanı emerek tedavi yapmazlar. Tedavi edici özelliği kan emmelerinden değil, kan emerken vücuda verdikleri enzim niteliğindeki salgılarla olur. 650'den fazla çeşidi olan sülüklerin tedavide kullanılmaları için uygun ortamda, çiftliklerde üretilmesi, dış yüzeyinin sterile edilmesi gerekir. Sülük uygun ortamda üretilmemiş, dış yüzey sterilliği yapılmamışsa yüzde 79 enfeksiyon kampa riski vardır. Bir hastada kullanılan sülük başka bir hastada kullanılmamalıdır. Tedavide bir defa kullanılmalıdır, tedavi sonrasında uygun şekilde imha edilmelidir. Böylece kan yolu ile bulaşan AİDS'den hepatit'e kadar birçok hastalığın geçişi önlenmiş olur. Ayrıca, ilk uygulamada ürettikleri salgıyı boşattıkları için ikinci uygulamada aynı etki göstermez. Sülükle tedavi yöntemi özellikle kansızlık sorunu olanlar, aspirin gibi kan cıvıltıcı ilaç kullananlar, pıhtılaşma problemi gibi hastalığı olanlar, diyaliz hastaları, diyabet ve kalp yetmezliği hastalarının da kullanmaları sakıncalıdır'' diye durumu özetledi.
***
Uyuz Hamamındaki ilk banyonun ardından, karnımız çok acıkmıştı. Hemen yemek hazırlandı. Yemek dedimse, biber, salatalık, domates, biraz peynir, yufka ekmek, yanında Karanlıderenin üzümü ile karnımız doydu. Bize tahsis edilen konaklama odasının bitişiğindeki komşularla bizimkiler hemen kaynaştı. Aralarında konuştular. Sonra beni de alıp, annem, nenem, konaklama komşumuz, onun yaşlı annesi ile birlikte Uyuz Hamamından yürüyerek, Kanak Çayına doğru inmeye başladık. Bir süre sonra önümüze bir timsek çıktı. ‘Şansızdan kimse yok’ diyerek, kendi aralarında konuştular. Ne olduğunu anlamak için tepenin üzerine çıktım. Griye benzer çamurların üzerinde oluşan sisin içerisinden köpürerek, kaynayan su gölünün kenarlarında taştan yapılmış oturaklar vardı. Sonra beni tepenin üzerindeki taşın üzerine oturtup, etrafı gözlememi, erkekleri gördüğümde gelmemeleri için uyarmamı ve kendilerine haber vermemi istediler. Kendileri aşağıya indiler. Tepeciğin iyice kenarına yaklaşmadan, aşağısını net olarak göremiyordum. Bir sürü çığlıklar duyuyor, eğilip bakıyorum. Bacaklarını sıvamışlar, bacaklarının üzerinde böceklerin dolaştığını görüyor, ne yapmaya çalıştıklarını anlamaya çalışıyordum. Ama anlayamadım. Henüz yaşım çok küçük olduğu için nöbet yerinden arada bir uzaklaşıyor, sonra tekrar dönüyordum. Sıcaktan korunabilmek için hasır şapkam vardı. Bir ara tekrar tepeden aşağıya baktığımda kadınların çamura boyanmış olduklarını, bir süre sonra ise fokurdayan suyun içerisinde oturduklarına şahit oldum...
***
Sorgun ilçesi Şahmuratlı köyü yakınlarındaki Kerkenes dağında yürütülen kazı çalışmalarını takip için gittiğimde orada bulunan gölde sülüklerin bulunduğu, her gün bu göle insanların tedavi için girdiklerini gördüğümde, aklıma Yerköy ilçesindeki Uyuz Hamamının eteklerdeki çamur banyosu ve öncesinde kadınların ne yapmaya çalıştıkları geldi. Kerkenes'te bulunan Pteria Antik Şehir kalıntılarıyla ilgili kazı çalışmasını sürdüren ekibin başkanı İngiliz Françoise ve Geoffrey Summers çiftinin Fransa'da Biyoloji okuyan kızları Natalia Summers, kazı bölgesi içerisinde bulunan sülüklü göle her gün çok sayıda insanların, tedavi amaçlı gelip, göle girdiklerini söyledi. Natali Summers, ''İnsanlar buraya geliyor, gölün içerisine çıplak vücutlarıyla bir süre oturuyorlar. Sülükler çıplak vücutlarına yapışıyor. Vücuttaki kötü kanı emen sülükler, daha sonra vücudu bırakıyor, insanlarda rahatladıklarını söyleyip gidiyorlar'' diye konuştu. Kendisinin de gölde bulanan canlılarla yakından ilgilendiğini bildiren Natalia Summers, Avrupa'nın birçok ülkesinde sülükle tedavi yöntemi kullanıldığını anlattı. Summers, ''Ancak, Türkiye'de olduğu gibi insanlar, sülükle tedavi yöntemini kendileri denemezler. Doktorlar, ciltteki yara izlerini yok etmek amacıyla sülük kullandıklarını biliyorum'' dedi. Natalia Summers, okuldan arkadaşıyla birlikte sülüklü gölden topladıkları sülük ve diğer canlıları incelediklerini, gelişimlerini takip ettiklerini ve daha sonra da tekrar göle bıraktıklarını kaydetti...
***
Çamur banyosundan sonra Uyuz Hamamına tekrar döndük. Giderken, ahlayıp, puflayan yaşlı iki kadın, birbirlerine ve kızlarına tutunmak suretiyle, üstelik yokuş aşağıya olmasına karşın yolda durup, dinlenerek, çamur banyosunun yapıldığı alana ulaşırken, dönüşte aynı yöntemi kullanmadılar. Rahatladıklarını söylüyorlar, yokuşa doğru tırmanırken fazla acı çekmedikleri de gözle görülür nitelikteydi. Geceyi Uyuz Hamamında geçirdik. Ertesi gün öğle saatlerinde kadınlar yine çamur banyosu için gittiler. Her zaman olduğu gibi yine nöbetçi bendim. Yıllar geçti. Annem dışarıdan gelen bazı tanıdıklarımı, yaşlıları da götürdüğün de bende yanlarındaydım. Son kez gittiğimde haber amaçlıydı...