Özlediğimi bilip de susman yok mu? Ah! Bu susmaların, bu susmaların öldürecek sonunda beni…
    Gözlerimin içine bakıp bakıp, beni benden gizli gizli çalıp sonrada bir şey yokmuş gibi yapıp kaçmaların yok mu? Ah! Bu kaçmaların, bu kaçmaların öldürecek sonunda beni…
    Arzularına vurduğun gemler, geceler boyuncu ruhundan hesap sormuyor mu? Çılgınlığı ele alıp konuşmak varken, dudaklarımdan kaçmaların dudaklarını kavurmuyor mu?
    Bebeğim aşk biraz cesaret ister, biraz çılgınlık ve birazda çabukluk. An gelir zaman, an gelir duygular kaçar. Demir her zaman tavında dövülür ve arzular çıkmışsa senden dışarı niye susturursun ki? Sonunda arzuların girdabında boğulacaksan, niye durdurursun ki içindeki çalkantıları?
    Ellerime dokunuşların kanıyor içimde, ya sende neler oluyor? Yanımdan geçerken kokun aklımı başımdan alıyor, ya benim kokum sende?
    Gülüşlerini, sözlerini, gözlerini dudaklarımda bitir. Geceyi ve içini döven arzularını bende dindir. Çıkmazlarını bende aç, sonsuza kadar bende kal sevgili yoksa bu susmaların öldürecek beni.
    Ben bir gönül hırsızı değilim, ben bir aşk çalan hiç değilim ama senin yaptığın, senin susmaların en büyük vurgundur kalbime ve vuslatı yarınlara tehir etmek bu yüzyılda kalplerimize en büyük haksızlıktır sevgili…
SUSMAYA AŞIĞIM
Sisler düşer, nikâhlar düşer, göç alır, can alır, aşk alır ve caddeler yorgun, taksiler yorgun, insanlar yorgundur bu mevsimde bu şehirde…”
    Bu şehrin sokakları bu mevsimde ayrılık kokar. Caddeleri bu şehrin bu dilimde ayrılık kıyar. Caddeleri yorgun, otobüsleri egzoz dumanı kokar, taksileri yorgun, sabahların ter kokularıyla dolar.
    Bu mevsimde bu şehir tuzlu deniz gibi bakar ve kime dokunsan kan ağlar bu şehirde, bu mevsimde…
    Yalanan kediler mi dersin, çaparide can çekişen istavritler mi? Yoksa çaparinin ucu her seferinde boş çıkan, oltaların arkasındaki hüzün yüzler mi? Başı eğik, kovası yine boş evine dönen işçiler mi dersin…
    Hava bedava, su bedava, Galata'dan yürümek bedava. Bu mevsimde üçünü sorana bu şehirde gözyaşı da bedava...
    Çapariden son anda kurtulan ve yalanan kediye, bu şehirde hava bu mevsimde kâh güler, kâh ağlar ya…
    Kimine hay günü, kimine pay günü ve aşktan kurtulan, ayrılık belasında sokaklar arasında düşer kaldırımlara... Son sözü söyleyen pişmanlık deryasında, bu şehirde bu mevsimde “vay” günü…
    Ne kadar yıkarsan yıka çıkmaz acı. Hangi usulü denesen yürekte kalır sancı. Bu mevsimde insanlar biraz hancı, biraz yolcu, yol üstü türkülere benzer. Her bakan gider ve sadece kalır yürekte kocaman bir acı…
    Ben alışığım sevdalarım ardından yanmaya. Her kaçanın ve arkadan vuranın yasını tutmaya.
    Bu mevsimde bu şehir insanı tuzsuz ekmeğe benzer, yanında katığı olmayan kuru ekmeğe ve ben suya batırıp bütün sancılarımı, yüreğime yutmaya, susmaya alışığım bu şehirde…