YAPRAKLAR sararır, hüzün dolu terk eder ağaçlarını… 

Bülbül gül’e veda eder, kırlangıç yuva yapmaya başlar, çamur sıvayı sıvayı… 

Keklikler kınalarını bırakırlar ağlamaklı, serçeler uzaklaşır, kara kara bulutlar ağmaya başlar, turnalar en acılı türkülerini çığırırlar, bunun adı Sonbahardır… 

Leylekler çoktan göç etmişlerdir, seher yeli terki diyar eyler, ortalığı kara yel alır, yıldızlar oynaşı bırakırlar, şimal yıldızı kayıplara karışır… 

Ortalık da ne koyun kalır ne de kuzu, yılkı atları çıkar meydana, aşıklar sazlarını asarlar duvarlara, İlkbahar-ı bekler sevda yollarına düşmek için… 

Mevsim Sonbahar… 

Sıla hasreti düğüm düğümdür boğazlarda, dağlar, tepeler kış urbalarını giymeye hazırlanırlar, kardelenler acelecidirler, toprağı delmeye çalışırlar… 

Yaylalar, ovalar sarı otlara keserler… 

Ay bile esirger olur şavkını, güneşse nazlı bir gelin, bunun adı Sonbahardır…

Üveyikler, Yusufcuk  kuşları çekip giderler yazlık yuvalar boş kalır, yiyecekler sarı yapraklar altında kalırlar, yardımcıları  Allah’tır. Şah kartallar döne döne  kışlık  yuva peşindedirler, bahçeler, bağlar mahsunlaşır, boyun büker mor sünbül, lale, ibibikler ötüşü keserler, derelerin, çayların suları biraz delleşir, yağmur daha sık yağmaya başlar, toprak kokusu her bir yana yayılır, burcu burcu kokar, kokusu hastane  odalarında  ki, hastalara ilaç olur, hastalardan biriside kardeşimiz, ela gözlü Vali Refik Arslan Öztürk’tür… 

Mevsim sonbahar… 

Eli kaleme erseydi yukarıda ki, satırları  Refik yazmış olurdu, Allah kerim derim, hey gidi Sonbahar hey, yapraklarını  istediğin gibi dök, kardeşim Refik’e bir yeşil yaprak gönder razı geliriz. Alır eline o yeşil yaprağı diziler dizer “Benim yeşil yaprağım” diyerekten…

Bakın size el sallıyor, hastanede ki odasından.

Medet Allah’ım medet… 

Melek   kardeşimiz  yardımına muhtaç, açsın gözlerini artık, Üsküdar gemisi kalkmak üzere, kız kulesinin ışıkları da pırıl pırıl  yolunu gözlüyor… 

Suadiye  vapurun da bir yolcu eksik, gönder de otursun yerine, pek sever martılara ekmek atmayı, karınca yuvalarına yiyecek bırakmayı… 

Abucak’tan  çıkmış yola, hiç bu kadar ağır olmamıştı yükü, hafiflet  Allah’ım  hafiflet… 

Rahmansın, rahimsin, gözü yaşlı bırakma kardeşlerini, canımızdan can kopuyor Medet Allah’ım  medet… 

Fakirin, fukaranın, ezilmişlerin dostu olmuş, haktan, adaletten ayrılmamış, Valilik  lütfettiğin, nasıl çalıştığına şahit olduğun kuluna bir kuvvet ver Allah’ım.

Dağ, tepe aşmış yorulmamış, boğazından bir lokma haram geçmemiş, tevazu da örnek olmuş kardeşimize şifa ver yarab. Hani ya yine geldi sonbahar, hüzün yüklü ama hiçbir sonbaharın hüznü hiç bu kadar gelip yüreğimizin ortasına oturmamıştı… 

Yağmurlar yağıyor, yapraklar dökülüyor bu mevsim sonbahar… 

Bir yaprak da dalında kalsa hüznünden hiç kaybetmez amma neylersin…

Hüzün sadece baba ocağını, kardeşlerini sarmaz, Valilik  yaptığı , Bilecik, Niğde, Erzincan, Manisa’yı  da sarar… 

Sipil, Deveci, Ergan, Aladağlar’ın  da adam akıllı kucaklar… 

Hadi  be hüzün bir defacık da olsa bizlerden uzaklaş, her ne kadar akibet bırakmasa da var git, bir gün yine gel, ama gel etme eyleme, beşinci mevsim de gel…

Ve...
Ne hayat...
Ne hüzün...
Ne de kontrolümüzün dışında gelen kader, bazen umutları ve istekleri alır gider. 

Her ne kadar Sonbahar mevsimine; şu yaprağı dök, şu yaprağı dökme şansımız olmasa da, gönül istiyor ki; sevdiklerimizi bir yaprak olarak yerö dökmesin.

Güle güle ela gözlü kardeşim, güle güle. Mekanın Cennet olsun.