SOSYAL medya, insanların etkileşimde bulunmaları, fikirlerini paylaşabilmeleri açısından muazzam bir platform fakat son yıllarda bu platform, insanların birbirleri ile paylaşımda bulunmalarından çok kutuplaşmalarına yol açan bir araç halini aldı.
Daha doğrusu bizler bu hale getirdik…
Hemen kızmaya başlamayalım Facebook’un, Twitter’ın kurucularına.
Suç bizim...
Biz kullanmayı beceremiyoruz.
Bana göre “Sosyal medya ehliyetimiz yok!..”
Yine bir seçim arifesindeyiz ve yine klavyeden kılıçlar kuşanıldı, insanlar birbirlerine vuruyorlar.
Arkadaş arkadaşa, kardeş ağabeyine, evlat babaya…
Biri diyor “Ben haklıyım”, öteki başlıyor “Benim söylediğim doğru…”
Aynı şeyleri konuştukları halde anlaşamayan insanlar görüyorum. “Karpuz yeşil mi, yoksa kırmızı mı?” tartışmaları alıyor başını gidiyor.
Sosyal medya kullananlar bilirler, 2017 evet-hayır referandumunda tansiyon bir hayli yükselmişti…
Evet diyenlerin vatansever olduğunu savunanlar ile hayır diyenlerin vatansever olduğunu savunanlar arasında meydana gelen “klavye savaşları” yaşadık.
İnsanlar birbirlerine o kadar kolay “vatan haini, terörist” yaftası yakıştırıyordu ki…
Yahu siz bir saat sonra Lise Caddesinde yüz yüze geleceksiniz ya da bir lokanta da karşılaşacaksınız.
El kadar memlekette, herkesin birbirini tanıdığı bir şehirde yaşıyorsunuz.
Neyin kavgası bu?
Bir başkasının fikrine saygımız yok demeyeceğim.
O zaten yok da…
Tahammülümüz yok.
Evet, farklı seslere tahammülümüz yok.
Dolayısıyla da birbirimize tahammülümüz yok. 
En tepede, siyasi liderlerin sert söylemleri, tabanda deprem etkisi yaratıyor.
Yani Ankara’nın gök gürültüsü, Yozgat’a fırtına oluyor.
Hal böyle olunca da insanlar birbirlerini kırıp döküyor.
Sosyal medyada gözlemliyorum. İki çocukluk arkadaşı, hatta akrabalık bağları olan insanlar birbirlerinin fikirlerine hakarete, küfre varan göndermelerde bulunuyorlar.
Bu anlamda normalleşmemiz ve tansiyonun düşürülmesi gerekiyor.
En büyük görev burada siyasi liderlere düşüyor.
* * *
İlk anda kimsenin aklına gelmeyen, ortalama bir bakış açısıyla bakıldığında da ileri sürülemeyecek fikirlere kısaca komplo teorisi diyoruz.
Birilerinin ülkemizi karıştırma çabası yeni bir şey değil.
Bu hep vardı…
Sultan Alparslan’dan tutun da rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın vefatına kadar birçok konuda komplo teorileri duymuşsunuzdur.
Sadece ölümler veya cinayetlerde değil; siyasi oluşumlar, seçimler, ekonomik krizler, savaşlara kadar birçok toplumsal olayda komplo teorileri konuşuldu.
Sonrasında komplo teorileri, Kurtlar Vadisi ve benzeri gibi dizi filmlerle hayatımızda daha fazla yer almaya başladı.
Bir dönem her şeyin arkasında Amerika, İngiltere, Rusya gibi devletlerin olduğu o kadar çok kazındı ki aklımıza; çağırdığımızda geç gelen asansörün altında bile başka şeyler aramaya başladık!
Bu asansör niye geç geldi? Arkasında kim var?..
Bir dönem böyleydi…
Komplo teorileri en çok da siyasi malzeme olarak kullanıldı.
“O aslında öyle değil, şöyle” denilmesine alıştık, daha doğrusu alıştırıldık.
Bu sayede, resme hiç bakmadan büyük resmi görmeye çalıştık.
Büyük bir resim her zaman vardı ama bu büyük resim bizim baktığımız yönde miydi?
Gözümüzün önündekini değil, arkasındakini araştırmaya başladık.
Böyle böyle artık hemen hepimiz birer komplo teorisi uzmanı olduk çıktık.
Sonu nereye varır bilemeyiz ama seviyoruz biz bunu.
Sanırım genlerimizde var…
Komplo teorileri yoktur demiyorum. Tabi ki var…
Hepsi değil muhakkak ama bir kısmı mutlaka gerçektir. Hangisinin gerçek olduğunu ise, yalnızca zaman, tarih, nesnel koşullar, kamuoyu baskısı ve itiraflar açığa çıkarabilir.
Şimdi oturalım ve düşünmeye başlayalım.
Arkasında kim var?..
Selametle…